"Gökçeada... Mavi bir kara"
“
Pedal Çeviren Kadınlar, denge tutmakla ilgilidir. Hem sosyal, hem politik, hem de özel hayatımızda tutmamız gereken dengeler vardı. Kadınlar bunda daha beceriklidirler” diyor Rae Stathopulu.
1950’de İstanbul’da doğan yazar, 1972 yılına kadar burada yaşamış. Uygulanan politikaların da etkisiyle Yunanistan’a göçen Stathopulu, ilk romanı
Pedal Çeviren Kadınlar’da Niki isimli küçük bir kızın günlükleri aracılığıyla İstanbul ve Gökçeada’da yaşananları, Kıbrıs’taki gelişmeleri, azınlıkların Türklerle ilişkilerini, hükümetlerin toplumlar üzerindeki etkilerini takip etmemizi sağlıyor.
Günlükler yıllar sonra, Niki’nin küçük kardeşi Margarita tarafından bulunuyor. Artık bir öğretmen olan yetişkin Margarita, ablasının 1950’lere uzanan çocukluk anılarını, 1970’lerden bakarak okuyor, yorumluyor.
Türkçesi çok iyiŞu anda Yunanistan’da bir lisede öğretmenlik yapan Stathopulu ile yaptığımız söyleşiyi Türkçe gerçekleştirdik; Stathopulu, son yıllarda Türkçe ile temasının azaldığını söylese de dili oldukça iyi konuşuyor.
Anlattığınız İstanbul, bugünkü İstanbul’dan çok daha güzel... İstanbul’da en son ne zaman bulundunuz ve ne hissettiniz?Türkiye’de yaşadığım yerleri çok güzel hatırlıyorum. Meğerse geçen zaman her şeyi güzelleştiriyormuş. İstanbul’dan 1972’de ayrıldım ve o zamandan beri ancak on sene evvel çok kısa bir seyahat yaptım. Hayli değişik buldum. Müthiş kalabalık, daha modern. Eski mahallemizi –bir ara Cihangir’de kaldık– ziyaret ettiğim zaman, sokaklar o kadar dar mıydı, diye sordum kendime.
Boğaziçi’nde eski okulumu, kiliseyi, evimizin olduğu yerde yükselen apartmanı, komşuların evlerini gördüğüm zaman ağladım. Ama İstanbul için mi, yoksa kendim, yani kaybolan çocukluğum için mi ağlıyordum, orasını bilemem.
Yazları Gökçeada’ya gelir misiniz?İmroz’da artık hiçbir şeyimiz yok ve Türkiye’den ayrıldığımdan beri oraya hiç gitmedim. Ama birkaç sene evvel eşimle Semadirek Adası’nda tatil yapıyorduk. Oradan Gökçeada, mavi bir kara olarak görünüyor. O manzara, hâlâ gözümün önünden gitmiyor.
Kitap, bir çocuğun günlükleriyle o günlükleri yıllar sonra okuyan bir yetişkinin iç konuşmalarından oluşuyor. 'Çocuk bakışı’nı tercih etmenizin özel bir nedeni var mıydı?O günlerin atmosferini bir çocuğun sözleri daha güzel verebilir, diye düşündüm. Yunancada bir atasözü vardır: “Çocuk ve deli doğruyu söyler”. Bilirsiniz, çocukların bakışı masumdur ama aynı zamanda görünenin ardındakini sezinleyebilir; saklamak istediğimiz şeyleri de görebilirler. O bakımdan bir çocuğun günlüklerinde yazdığı şeyler hayli enteresan olabilir.
Gençlik yıllarınızı Türkiye’de geçirmiş olmanız, size bir misyon yüklüyor mu; iki milleti birbirine yakınlaştırmak gibi...Pedal Çeviren Kadınlar ilk romanım. İkinci romanım da yayımlandı; o da İstanbul hakkında. Yazmasını çok severim ve yeni yazar olduğum için iyi bildiğim konulardan başlamak istedim. Günlükleri yazmaya başladığım zaman, kocam çok ilginç buldu, çünkü kendisinin Türkiye ile hiçbir ilişkisi yok. “Bunlar güzel bir roman olabilir” diyerek teşvik etti.
Romanı yazarken daha çok Yunanistan’daki okuyuculara bizim İstanbul ve İmroz’daki hayatımızı tanıtmak, oradan ayrılma kararı almamıza sebep olan olayları anlatmak istedim. Kendimi bir misyonla yüklenmiş olarak görmüyorum, ama romanlar ortak geçmişi aydınlatmak, iki milletin birbirini daha iyi tanıması, anlaması yönünde bir adım şeklinde algılanırsa memnun olurum.
Hasret ve 'buruk acı’Türkiye’ye ve Türklere karşı bugün ne hissediyorsunuz?Hasret... Çok iyi dostluklar kaybolduğundan, sevdiğim bir hayat tarzını geri bıraktığımdan...
Türk dilini çok seviyorum ve televizyonda oynayan bir Türk filmini sırf Türkçeyi dinlemek için seyrediyorum. Ama, hatırladığım bir Türkçe şarkı “buruk acı“dan bahsediyor. İçimde böyle bir hissin doğmasına mani olamıyorum nedense. Bu his insanlara, yani Türklere yönelik değil tabii; siyasetin, politikanın kaderimizle oynadığı oyunlar yüzünden... Ve yalnız Türk politikasından bahsetmiyorum, Yunan hükümetleri de azınlığın korunması için fazla bir şey yapmadı.