Amerika'da bu yılın Ulusal Çeviri Ödülü'nü (
National Translation Award) Bilge Karasu'nun "
Göçmüş Kediler Bahçesi"ni "
The Garden of Departed Cats" adıyla İngilizce'ye çeviren Aron Aji kazandı. 24 dilden 125 aday arasından seçilen Aji, "Elbette ödülü kazandığım için çok gurur duydum" diyor "Üzücü bir gerçek şu ki, Bilge Karasu, birden fazla kitabı İngilizce'ye çevrilmiş sadece dört-beş Türk yazarından biri. Ümidim daha çok yazarımızın bu listeye eklenmesi ve bunun gerçekleşebilmesi için fonların kurulması, edebiyat çevirisini cesaretlendirecek girişimlerin, yurtdışına yönelik kültürel açılımın desteklenmesi". Aji ile çeviri ve çalışmaları üzerine konuştuk:
Kaç yıldır çeviri yapıyorsunuz, Türkiyeli hangi yazarların, hangi çalışmalarını çevirdiniz?Ciddi, yayımlama amacıyla çevirmeye 1995'te başladım. O yıl Bilge Karasu'yu kaybettik. Kitaplarını okuduğumda diline öylesine tutuldum ki, sanki beni çağıran bir ses. Aynı yıl, Metis Yayınları'nın sahibi Müge Gürsoy Sökmen'le yazışmaya başladım, Amerika'nın önde gelen kültür-sanat dergilerinden biri olan
Grand Street'le temasta olduğunu öğrendim. İlk yayımlanan çevirim de Bilge Karasu'nun
Grand Street'te çıkan, "İki Kadının Işığı Gitgide Azalan Bir Resmi Üzerine Metin"i oldu. Ayrıca, Murathan Mungan, Latife Tekin ve Elif Şafak'tan çevirilerim oldu. Karasu'nun
Troya'da Ölüm Vardı kitabı,
Death in Troy adı altında City Lights Yayınevi'nce,
Göçmüş Kediler Bahçesi de
The Garden of Departed Cats adı altında New Directions tarafından yayımlandı.
Aron Aji kimdir?1960 İzmir doğumluyum. Çocukluğum sefarad bir ailede, çok dilli ve eğitime önem veren bir ortamda geçti. Anneannemin ısrarı üzerine İspanyolca, annemin ısrarıyla Fransızca konuşmasını öğrendim. 9-13 yaşlarım arasında da İbranice öğrenmiştim. Boğaziçi Üniversitesi'nde de, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü'nü bitirdim. Amerika'ya 1982'de geldim ve 1982-89 arasında Southern İllinois University; Carbondale'de edebiyat üzerine master ve doktora çalışmalarını tamamladım. 1989'dan beri İndianapolis şehrinde, Butler Üniversitesi'nde çalışmaktayım. 1995'ten itibaren, öğretim üyeliğim yanında, program yöneticisi ve dekan yardımcısı olarak görev yapıyorum.
DERİN BİR AŞK İLİŞKİSİDünya edebiyatından araştırmalarınıza konu olan isimler var mı?Milan Kundera, Salman Rushdie, Chinua Chebe, Wole Soyinka gibi yazarlar hakkında konferans bildirileri ve araştırma yazılarım var.
Çeviriye geçmeniz nasıl oldu?Türkçe ile ilişkimin zayıflaması zoruma gidiyordu, bağlarımı güçlendirme amacıyla çeviri yapmaya karar verdim. Kimliğimin, yeteneklerimin, düşünce tarzımın, duyarlılıklarımın oluşumunda önemli rol oynamış ana-kültürüme borcumu ödeyebilmek arzusu da beni çeviriye yöneltti.
Çevireceğiniz kitaplarda nelere öncelik veriyorsunuz?Çeviri, yazarın diliyle, zihniyle, yarattığı karakterlerle, anlatı tarzıyla geçici ama derin bir aşk ilişkisine girmek gibi. Mesela, Bilge Karasu'nun sözdizimi beklenmedik ve şaşırtıcı olduğu kadar çarpıcı ve kusursuz. Murathan Mungan, Latife Tekin ve Elif Şafak da Türkçe'nin şiirsel, imgesel olanaklarını zenginleştiren bir dile sahip. Önem verdiğim bir başka nitelik eserin başkalığı, beklenenden farklılığı, Batı'da bir türlü kaçamadığımız oryantalizme başkaldırabilme gücü. Mesela Bilge Karasu'nun
Göçmüş Kediler Bahçesi, Mungan'ın
Gece Elbisesi, Tekin'in
Aşk İşaretleri, Şafak'ın
Pinhan’ı Batı'nın beklediği ekotizme karşı koyabilecek, kendine özgü kompleks anlatı biçimi ve anlam derinliğine sahip.
Çeviri yaparken yazarla teması sürdürüyor musunuz, yazarla didiştiğiniz, ters düştüğünüz oluyor mu?Çeviriden önce ve sonra yazarla konuştuğumuz oluyor, fakat çeviri yaparken kendi başıma çalışmayı tercih ediyorum. Bu, kitabın diliyle kurmaya çalıştığım ilişkiyi tutarlı ve inandırıcı kılabilmek isteğinden kaynaklanıyor. Bu süreçte çevirmenin dileği ise kendi sesiyle değil, kitabın sesiyle düşünmek, konuşmak... Yazarlarla çevirilerim konusunda ters düştüğüm hiç olmadı.
Çeviri yaparken kitabın içinde kaybolduğunuzu ya da yazarla boy ölçüştüğünüzü düşündüğünüz oluyor mu?Kitabın içinde ne kadar kaybolabilirsem hem benim, hem çevirim için o kadar iyi. Çevirmen, çeviri süresince bir başkasının zihnini, ruhunu, dünyasını anlamaya ve aslına uygun bir şekilde yeniden yaratmaya çalışıyor. John Keats'in "negative capability" olarak tanımladığı konum bu. Çevirmenin kendini eksiltmesi ve öbür bilinci benimseyebilmesi, yazarla boy ölçüşmek ya yazarın üstünlüğünü ima etmek ya da yazarla çevirmeni eşit tutmak oluyor. Halbuki ben çevirmenle kitap arasında gerçekleşen bir ilişkide çevirmenin sadakatinin yazara değil, yazarın diline, yarattığına olduğunu düşünüyorum.