| | Sevinç Yavuz: "İçimizden biri: seri katil" Belgin Demirer, Radikal Kitap Eki, 16 Kasım 2001 Heirens son kurbanını öldürdükten sonra duvarına "Daha fazla öldürmeden beni yakalayın" yazıyor; kurbanlarını yiyen Dahmer, hakime "Beni bu kadar şeytani yapan nedir" diye soruyor. Oysa psikiyatri "Seri katil akıl hastası değil" diyor, hukuk da buna dayanarak ağır ceza veriyor. Seri katilin akıl hastası olmadığı saptaması neye dayanıyor, bu gerekçe seni ikna ediyor mu?
Mesela Hannibal gibi bir tipin neredeyse kutsandığından yola çıkarak, kitaba başlarken önce psikiyatrların kapısını çaldım. İlk soru şuydu, herkes nedensiz cinayet işleyebilir mi? Çünkü adam 35 yaşına kadar normal, karısına bir fiske vurmamış, dindar ve aniden, sadece onun bildiği veya bilmediği nedenlerle, cinayet işlemeye başlıyor. Herkeste bu potansiyel mi var diye düşünüyorsun. “Hayır herkes cinayet işlemez” denildi, ama neden herkes cinayet işlemiyor da bazıları işliyor? Nedeni “tedavi edilmemiş travma”. Hepimizin hayatında onlarca travma var ama, Türk toplumu da patır patır seri cinayet işlemiyor, niye? “Çünkü bazıları travmayı absorve edebiliyor.” Bu cevaplar beni hiç ikna etmedi. Psikiyatri biliminin, seri katiller konusunda ceza hukukunun baskısı altında olduğuna inanıyorum. Baskı doğrudan değil, ama mutlaka “böyle adam öldüren bir katil yaşamamalı” duygusunun hem toplum hem hukuk sistemince dayatıldığını düşünüyorum. Daha da ötesi beyin çok karmaşık, belki psikiyatrinin de cevabı yoktur. Birini öldüren, kesen, yiyen, bunu tekrar yapan kişinin cezai ehliyetinin hiç yumuşatılmadan uygulanması, sağlıklı bir insan gibi değerlendirilmesi bana ikna edici gelmiyor.
Psikiyatri teorik olarak nasıl açıklıyor?
Davranış bozukluğu olarak. Açıklamalarda, cinayet hazırlanırken, işlenirken ve sonrasında, tamamen bilincin yerinde olduğu söyleniyor. Bir cinnet anı dışında, isteyerek, bilerek bunu yapmak, bu sürenin başından sonuna kadar farkında olmak, tabii ki çok önemli bir ölçüt. Beni en çok ikna eden, psikiyatr Tarık Yılmaz'ın cevabıydı: Şiddet ve cinsel hazzın (geniş anlamda öldürmekten alınan haz) birleştiği suçları tedavi şansınız hiç yok ya da çok az. Mesela tecavüz, birden fazla işlendiyse, tedavi şansı sıfır. Neden? Psikiyatrinin henüz bir cevabı yok. Seri cinayetlerin de tecavüz suçları gibi cinsel haz içerdiği söyleniyor. Öldürdüğün insanın yaşama hakkına hakim olmak, hayata hakim olmak biçiminde. Mesela Orhan Aksoy ikinci kurbanını öldürürken iple boğuyor ve yarı yarıya ölmüş durumdayken, ipi gevşetiyor, kalp masajı yapıyor, hayata döndürüyor ve tekrar sıkıyor. Aksoy 'acıyordum öldürürken' diyor, ama psikiyatrlara göre bu, öldürme hazzı süresini uzatma çabası.
Çalışma öncesi karşılaşacaklarınla ilgili beklentilerin vardı. Buna rağmen beklentini aşan, seni şaşırtan bir şey oldu mu, korktun mu?
Bir kere insan psikolojisinden korktum. Çok uzun zaman, geçmişte travma diye niteleyebileceğim neler yaşadığımı sorguladım. Her insanın hayatında öfke patlamaları var, öfkelerime baktım. Kitap bittiğinde kendimi güvende hissetmedim. İnsan olgusu, beni uçsuz bucaksızlığıyla korkuttu. Beklemediğim şey de şuydu: Toplumların bu sahnelerden nasıl kendilerine pay çıkardığını algıladım. Biliyordum “Kuzuların Sessizliği”nin dünyada milyon dolarlık hasılat yaptığını, ama o toplum psikolojisini ilk kez doğru dürüst özümsedim; korkunç iki yüzlü geldi. Mesela John Wayne Gacy. Palyaço kılığına giren, çok sayıda çocuğu işkenceyle öldüren katil. Hapiste yaptığı yağlıboya tablolar, sergilendikleri galerilerde kapışılıyor. Herkes bir histeri halinde “asılmalı” diyor, ama eşyaları milyonlarca dolara satılıyor, televizyon görüşmeleri reyting rekorları kırıyor, medya ne kadar karizmatik, zeki olduğunu söylüyor, kasabalıları “aman ne muhteşem adam” diyor. Araştırmalar, seri katillerin gayet normal zekâlı olduğunu söylüyor. İlginç bir durum, FBI'ın araştırmalarında normal üstü zekâlı çıkıyorlar, Avrupa'da ortalama zekâlı.
Seri katillerin kitapta da yer alan ifadeleri ve tutumları, onların da toplumdan, medyadan etkilendiğini ve onu etkilemeye çalıştığını gösteriyor. Medya, potansiyeli harekete geçiren bir katalizör olabilme riski taşıyor. Kitabı hazırlarken “özendirici olacağın” rahatsızlığını hissettin mi?
1995'te, Türkiye'de gençlerin uyuşturucu kullanmasıyla ilgilendiğim yılda, Narkotik Şube Müdürlüğü'yle görüşmelerim gergin geçerdi. Daha soruyu sorduğunuzda, "Bizim gençlerimize uyuşturucuyu yakıştırmayın" denilirdi. Ama ortada uyuşturucu diye bir sorun var... Seri cinayetler de böyle, suç da... Kokusunu alıp araştırmaya başlıyorsun, ama orada bazen karşına ahlâki bir mesele, bazen otokontrol çıkıyor. “Özendirici olacak mıyım” tartışmasını yaptım, hâlâ da yapıyorum, ama bunun da çok kaçınılır bir şey olduğunu sanmıyorum. Biraz matematik bakıyorum; kâr-zarar meselesi. Elbette biraz özendirici tarafı var her araştırmanın, kitabın ya da filmin. Ama ilgili yerlerin de konuya eğilmesini, önlem almasını sağlıyorsun. |