Giriş, "Kristalleşmiş Ses/sizlik", s. 15
Bir ses kaybolacaksa kaybolmuşsa
– bir söz söylenmişse söylenecekse
Hiç duyulmamış – hiç konuşulmamış
Ne çıkar ses kaybolmuş söz duyulmamış olsun
Ne çıkar – yine duyulmuyor konuşulmuyor işte
Kelimeler anlamsız
Sesi soluğu yok – kimse düşünmüyor
Kimseler görmüyor karanlıktaki ışığı
Başka sesler var ortalıkta – o tatlı ses yok artık!
– T. S. Elliot [1]
Şu (gök)gürültülü dünyada bir nebze de olsa sessizliğe ulaşmak için yazıyorum ben. Uzak ya da yakın, alçak ya da yüksek bazı seslerin gürültülü, hatta gökgürültülü olduğunu bilerek, olmayacak bir mutlak sessizliği değil ama kristalleşmiş bir sesin/sessizliğin işitsel (sonik) tezahürlerini arıyorum. Şimdi dönüp baktığımda bu kitabın da bir ölçüde böyle bir içsel isteğin tezahürü olarak yazıldığını söyleyebilirim. Oysa ben doğadaki kuş seslerini dinlemek isterdim.
Osmanlı kuş evleri (kuş sarayları ya da kuş köşkleri) üniversitede sanat tarihi okurken seçtiğim ödev konularımdan biriydi. Her şekilde uzlaşılmaz olan ama bir şekilde beni sevdiğini bildiğim hocam Prof. Dr. Gönül Cantay şaşırmış ve meraklanmıştı: Osmanlı mimarisinin görkemli konuları dururken nereden, hangi akıldan çıkmıştı bu? O zamanlar bir sessizlik arayışı içinde olduğumu tabii ki söyleyemem. Minyatür evlere gelip giden, oya gibi işlenmiş taşların iç kuytularında dinlenen narin ve özgür kuşlara imreniyorumdur olsa olsa... Ödevim için İstanbul’u karış karış gezdim; boynumdaysa babamın kıymetlisi Canon marka fotoğraf makinesi vardı. Ödev de fena olmadı hani! Gönül Hoca özellikle çektiğim fotoğraflardan pek bir memnundu, slayt arşivine ekleyeceğini söyledi.
Yıllar sonra üniversitenin Fındıklı’daki kampüsüne doğru yürürken Kabataş’ın yoğun sokak trafiğinde kulağıma çalınan kuş seslerini duyup başımı çevirip baktığımda sanatçı Nermin Er’in gri duvarları kaplayan rengârenk kuş evleriyle karşılaştım. Er’in sokak üstündeki bir binanın kör yan duvarlarında gerçekleştirdiği, mekâna özgü sesli yerleştirmesi “Tek Göz Oda”da (2017) kentsel çevrede kuş seslerinin yokluğunu daha da bir yok kılarak var ediyordu. Binanın iki yan duvarını kaplayan olabildiğince basit forma sahip 120 adet rengârenk kuş evine internetten alınmış bir buçuk-iki saatlik kuş sesleri eşlik ediyordu. İşlek ve gürültülü kent mekânında gaipten gelen sesler gibiydiler. Küçük kuşların girip çıkabileceği, her biri toplam 6 nüfus için yapılmış minyatür evler hem görsel hem de işitsel düzeyde bir yokluk, bir eksiklik üzerinden doğayla kültür arasındaki gerilimi açık ediyordu: Buluntu kuş sesleri doğanın seslerinin yokluğunu duymamızı sağlarken renkli kuş evleri taşıdığı ırak uzamda piksel piksel kuşların varlığını görünür kılmış oluyordu.
Doğası gereği ses kulaktan bedene akar, bedene yerleşip onda taşınır. Ses bedenleşir. Küçük rengârenk kuş evleri ve etrafa yerleştirilmiş hoparlörlerden çevreye neşeyle saçılan kuş sesleri sokaktan geçenlere sessizliği hatırlatmak için oradaydı. Ne de olsa John Cage’den beri biliyoruz ki mutlak sessizlik yok. Kuş sesleri sesin olduğu kadar sessizliğin de en güzel formlarından biri...
Ben bu kitapta olmayan kuş seslerinden söz edeceğim. Oysa dediğim gibi doğadaki kuş seslerini yazmak isterdim.
...
Notlar
[1] "Kutlu Çarşamba", çev. Özdemir Nutku ve Tarık Dursun K., Büyük Şairler ve Şiirleri içinde, haz. Tahsin Yücel, Ankara: Varlık, 1961, s. 274. Metne dön.