| ISBN13 978-605-316-027-4 | 13x19,5 cm, 80 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Asuman Kafaoğlu-Büke, "Tepki duyan öyküler", Radikal Kitap, 12 Şubat 2016 “Öykü” yerine “kısa öykü” der bazıları, İngilizceden çevrilmiş, short story yerine kullanılıyorlar zannedersiniz ama aslında gerçekten kısa olan öyküler için kullanılır bu deyim. Ben bu gibi metinlere öykücük demek isterim. Semih Gümüş böylesi kısacık öyküleri şöyle betimler: “... birkaç cümlelik metinler, derin bir anlam taşıyabilir. İz bırakabilir. Kısacık bir metin ister istemez kapalı da olur. Dolaylı anlamlar da taşıyabilir. Bütün bunlar aynı zamanda kısa öykünün kendisinde de yok mudur? Bir tek sözcüğün bile yerinin değiştirilemeyeceği kıpkısa öyküler, yazınsal dilin de en iyi sınandığı yerlerdendir.” Minimalizm müzikte ve görsel sanatlarda yalın ve nesnel bir ifadeye sahiptir. Sanatın tarihsel ve duygusal yükünü geride bırakıp, en yalın haliyle nesneyi ele almayı hedefler. Bu yüzden minimalist sanat yapıtı, sanatçısından izler taşımaz, otobiyografik değildir. Süsten ve duygusallıktan arınmıştır. Sanat objesini ya da müzik eserini en yalın halinde görmemizi ister. Nesnellik, kültürel bağlardan kopuşla artar. Edebiyatta minimalizmi en iyi öykücüklerde görürüz. Bu kısa metinlerin başı ve sonu olmaz genelde, okura bırakır tamamlanmayı. Okurun hayal gücünü devreye sokar, zihni kışkırtır. Fatih Özgüven’in yeni kitabı Küçükburun böylesi minimalist öykülerden oluşuyor. Küçükburun’da her hikâyeye bir resim eşlik ediyor. Sanki her hikâye bir andan, bir sözden, bir görüntüden doğmuş izlenimi ediniyoruz. Bir trende giderken karşılaşılan birisi, bir gezide görülen bir sahne, ölüm döşeğinde bir babanın dileği, bir sevgilinin gözleri ya da başını okşatan bir köpek, her biri bir sahnenin öyküsü gibi okunuyor. Çizimler bu nedenle önemli, öykülerin arasına sıkıştırılmış gibi değil, büyük olasılıkla yazar, sanatçılardan her öykü için bir çizim istemiş, bunlar öykü üzerine tasarlanmış çizimler. Her öykü kitabı üzerine yazarken öykülerde ortak bir düşünce ya da tema aramanın saçma olduğunu söylerim fakat elimde olmadan -sanırım romanların yarattığı mesleki deformasyon yüzünden- ortak tema aramadan edemem. Fatih Özgüven’in hikâyelerinde metamorfoz birleştirici unsurlardan biri gibi göründü bana. “At” hikâyesinde olduğu gibi başka bir varlığa dönüşmek ya da “Küçükburun”daki gibi içinde dışarı vurmayı bekleyen bir korku taşımak. Metamorfoz, öykülerin minimalist yapısına uygun. Öykülerde bir zamana ya da bir mekâna bağlılık yok. Ne bir şehrin adı, ne de tarihte bir zaman belirtiliyor. Zamandan ve mekândan soyutlanmış bir nesnelleşmeyle karşılaşıyoruz. Burada karakterler de önemsizleşiyor. Genelde karakterlerin adı, mesleği ya da betimlemesi yer almıyor. Minimalist sanat yapıtlarının bir özelliği biçimciliğe tepki duymalarıdır, Özgüven’in öykülerinde de bunu hissediyoruz. Öykülerin bazıları “Yılan,” “At,” “Köpek” ve “Ördekler” gibi hayvan adları taşıyor: bu da başka bir ortak temayı akla getiriyor. Bazen bir yazarı anlamak için yazarın insan doğasını nasıl gördüğünü, nasıl algıladığını sormak gerekir. Özgüven’in insan doğası hakkındaki düşüncelerini en iyi bu öykülerde görüyoruz çünkü o insana diğer canlıların gözünden bakmayı seçiyor. Ötekinin gözünden bakılan insan, güven duyulmayan bir yaratık. “İnsandan önce insan olarak varolup o işi bitirmiş bir yaratık” sözleri bunu çok iyi anlamamızı sağlıyor. Öteki canlılar kesinlikle insandan daha aşağı yaratıklar değil, sadece daha masumlar ve insanın kötülüklerine maruz kalmak durumundalar. Özgüven’in bu kısacık öyküleri okur üzerinde kesinlikle iz bırakacak türden. |