A. Ömer Türkeş, "Roman, yaşamın parlak kitabıdır", Radikal Kitap, 12 Şubat 2016
Türkçeye ilk kez 1959 yılında, Oğullar ve Sevgililer romanıyla çevrilmiş D.H.Lawrence. Güven Yayınevi’nin hazırladığı kitabın 1960 yılında ikinci baskısını yapması başka yayıncıları da teşvik etmiş olmalı, 1960 yılında İnsel Yayınevi Lady Chatterley’in Sevgilisi’nı, Türkiye Yayınevi Kanatlı Yılan’ı yayımlamış. Aradan geçen altmış beş yılda, yazarın önemli kitaplarının hemen hepsinin farklı edisyonlarla düzenli olarak okurla buluşturulduğunu görüyoruz. Geçen günlerde yayımlanan Çizgiyi Aşmak ise istisnalar arasındaydı. Aslı Biçen’in yazarın dilinin hakkını verdiği güzel çevirisiyle Türkçeye kazandırılan roman önemli bir eksikliği giderdi.
D.H. Lawrence ya da tam adıyla David Herbert Richards Lawrence, romanları, şiirleri, tiyatro oyunları, çevirileri, eleştiri yazıları, deneme ve gezi kitaplarıyla üretken bir yazardı. Ayrıca ressamlık yanı da vardı. 1885’te Nottinghamshire’da doğan Lawrence, gerek maddi sıkıntılar gerek anne ve babasının geçimsizliği sebebiyle mutsuz bir çocukluk geçirdi ama iyi bir öğrenciydi. Nottingham Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra bir süre öğretmenlik yaptı. Edebiyat kariyeri şiirlerini yayımlanmasıyla -1909’da- başlar. İlk romanı Ak Tavuskuşu’nun 1911 yılında yayımlanmasının ardından öğretmenlikten ayrılarak hayatını yazarak kazanmaya karar verdi. 1914 yılında Alman bir kadınla evlendi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Lawrence ve eşi Almanlar için casusluk yapmakla suçlanıp 1917’de Cornwall’dan sürüldüler. İltica etmelerine ancak 1919 yılında izin verildi ve o tarihten sonra çift, daha ziyade göçebe bir hayat sürdürdü. 1930 yılında Venedik’te tüberkülozdan ölen D.H.Lawrence, yapıtları ve polemikleriyle gerek yaşadığı dönemde gerek sonrasında önemli bir yazardı. İçerdiği erotizm ile ismini en çok duyuran eseri Lady Chatterley’nin Sevgilisi 1928 yılında Floransa’da yayımlanmış, ancak bu roman o dönemde pornografik bulunarak İngiltere ve ABD’de yasaklanmıştı. Diğer önemli romanlarını şöyle sıralayabliriz; Oğullar ve Sevgililer (1914), Âşık Kadınlar (1920), Kayıp Kız (1920), Aaron’ın Asası (1922), Ölen Adam (1929), Bakire ve Çingene (1930)...
Hazin bir aşk hikâyesi
Çizgiyi Aşmak (The Trespasser) 1912 yılında yayımlanmış. Kariyerinin ikinci romanında, sonu ölümle biten yasak bir aşk hikâyesi anlatıyor Lawrence. Meraklıları için bir not: Lawrence, Çizgiyi Aşmak romanını Helen Corke adlı bir arkadaşının hayat hikâyesinden -ve günlüğünden- esinlenerek kaleme almıştı. Bu sıralarda kendisi de evli ve çocuklu bir kadınla evlenmek üzere İngiltere’den kaçmayı planlıyordu.
Romanın sonunu ifşa ettiğimi düşünebilirsiniz ama Lawrence tam da böyle kurgulamış hikâyesini. Ölen sevgilisi Siegmund’un matemini tutan Helena’nın evinde başlıyor hikâye. Geriye doğru giderek roman kahramanlarını tanıtıyor ve Siegmund’un ölümünden önceki son haftaya odaklanıyor.
Helena yirmi altı yaşında, güzel, müziğe meraklı, maddi durumu sağlam bir kadın. Siegmund ise otuz sekiz yaşında, evli, ikisi küçük, ikisi yetişkin dört çocuk babası, yoksul ve mutsuz bir keman sanatçısı. Nasıl mutsuz olmasın ki? On yedi gibi gencecik bir yaşta apar topar evlilik bağına koşulunca ne o karısını ne de karısı onu tanıyabilmiş. Zihni ve ruhu gelişmeye başladığında, karısı Beatrice onun ilgilerini paylaşmadığı için doğal olarak ondan uzaklaşmıştı, öyle ki yirmi yılın ardından neredeyse iki yabancı olmuşlar birbirlerine. Buna bir de geniş bir aileyi geçindirme sıkıntıları eklenmiş. Tiyatro orkestrasında keman çalan Siegmund, özel dersler vermeye de başlamış. Helena ile işte bu sayede tanışmış ve yakınlaşmışlar. Uzun süre birbirine açılmadan ama birbirleriyle güzel saatler geçirmelerinin ardından, bir gün Siegmund’un yalnızlığını okuyan ve hayatta umduğunu bulamadığını anlayan Helena, ikisinin hayatlarını değiştiren bir teklif yapmış; “Çok yorgunsun, canım. Ağustosun ilk haftası benimle gelip dinlen.”
Wight Adası’nda Helena ile geçirilecek bir haftanın düşüncesi Siegmund’un kanını tutuşturacaktır. Her şeyi bir kenara bırakıp Helena’nın teklifini kabul eder ama içi huzursuzdur. Bu huzursuzluk Wight Adası’nda da, Helena ile ilişkilerinin sıcaklığı ve soğukluğuna bağlı olarak değişen yoğunlukta yakasından düşmeyecektir. Bunun nedeni ahlakı değil, “ahlaken korkaklığı”dır. Hayata iradi müdahalede bulunacak gücü olmayan, edilgin bir adamdır Bu anlamda Siegmund karakteri D.H. Lawrence’i “modern erkeği güçsüz, modern kadını mutsuz olarak yansıttığı” için eleştiren feminist yazarların iddialarını doğruluyor. Kate Millet’e göre Lawrence’ın romanlarındaki kadın erkek ilişkileri bu anlayış üzerine kurgulanmıştır ve Lawrence için doğru bir ilişki erkeğin hükümranlığını ilan etmesi ile gerçekleşebilecektir.
Kate Millet’in yargısı da tartışma ve tepki yaratmıştı. Erkeğin üstünlüğü bahsini bir kenara bırakalım, ama kadın erkek ilişkilerinin Lawrence’ın dünya görüşünde ve romanlarında merkezi bir rol oynadığı hususunda kimsenin itirazı olamaz.
Amaç yaşamdır
Çizgiyi Aşmak’ta Siegmund’u mutsuz kılan “status qua”nun çizgisini çiğnemiş olmaktır. Helena’nın sunduğu özgür aşkı, yasak meyveyi geri çevirmemesinin bedelini vicdan azaplarıyla kıvranarak ödeyecektir.
Kadın erkek ilişkilerinin çatışmalı yanı üzerine de kafa yormuştur Lawrence. Öyle ki Çizgiyi Aşmak’ın hikâyesi çıkarımlarının kurmaca bir metine uyarlanmış halidir. “Herhangi bir kimseyle ya da herhangi bir şeyle yeni bir bağ kurma yolundaki her çabamızda, bir bakıma yaralanmamız kaçınılmazdır. Çünkü bu, eski bağlarla bir çekişme, onların yerine yenilerini koymadır, hiçbir zaman da hoşa gitmez.” der Lawrence. Siegmund’un Helena ile yeni bir bağ kurma çabası da eski bağlarla bir çatışma yaratmış, ne denli sakınsalar bile her ikisi de yaralanmıştır. “Yanlardan her biri ne pahasına olursa olsun kendisininkini aramakta direniyorsa, öldüresiye bir kavgadır bu” diye devam eder Lawrence Anka Kuşu kitabında; “Tutku diye anılan şeyde bu durum vardır. Ayrıca, iki yandan biri ötekine kesinlikle baş eğerse, özveri diye adlandırılır bu davranış, bu da ölüm demektir”... Hem sevgilisi Helena’ya hem karısı Beatrice baş eğen Siegmund için ölüm kaçınılmazdır...
Yeşilçam melodramlarında görmeye alışkın olduğumuz imkânsız aşklar, aşk üçgenleri, çizgiyi geçmenin bedelini hayatlarıyla ödeyen masum sevgililer, Çizgiyi Aşmak romanında eksiksiz mevcut. Ancak şablonları tersine çeviriyor Lawrence; ölmeyi seçen Siegmund’un yüksek ahlakını güzellemiyor. Tersine yaşamdan koptuğu için -yeriyor demiyorum ama- acıyor genç adama. Çünkü D. H. Lawrence’e göre “yaşamdan başka hiç bir şey önemli değildir. Ben kendi payıma, yaşamı, yaşamaktan başka hiçbir yerde göremem. Başında büyük Y ile yaşam, canlı insandır ancak”. Ve “roman, yaşamın parlak kitabıdır.”
Ruh çözümlerine doğa tasvirlerinin eşlik ettiği Çizgiyi Aşmak’ta parlaklığı gerçekten de yakalamış Lawrence. Yaşamın güzelliğini, sürüp gittiğini ve gideceğini göstermek için kendisini yaşamın akışına bırakamayan bir adamın hikâyesini övgülerin yetersiz kalacağı bir dil ve üslup güzelliği ile anlatıyor.