Melisa Ceren Hasmaden, "Ah Mine’l Arzu!", Remzi Kitabevi Gazetesi, Kasım 2015
Psikanalist ve yazar Adam Phillips’in Kaçırdıklarımız–Yaşanmamış Hayata Övgü adlı kitabı, “kaçan balık büyük olur” temalı kapak tasarımıyla raflarda yerini aldı ve ben bu yazının başına oturduğumda ikinci baskısını yapmıştı bile. Phillips, psikanaliz merceğinden, edebiyat ve tiyatrodan seçtiği örneklerle altı kavramı analiz ediyor: “Hüsran”, “Kavrayamamak”, “Yanına Kâr Kalmak”, “Çıkıp Gitmek”, “Tatmin”, “Deli Rolü”.
Her bir kavramın önce tarihsel olarak kullanım biçimlerini ve anlamlarının değişimini ele alıyor. Böylece anlamların kendi kültürleri içindeki değişimini izleme ve tarihsel perspektife oturtma olanağı sunuyor.
Hayatımız boyunca arzularımız arasında savrulur dururuz. Pek çok seçim yaparız. Aramızda “ya her şey başka türlü olsaydı” sorusunun pençesine düşmeyenimiz var mıdır? “A bölümünde değil B bölümünde okusaydım, X şirketinin yerine Y şirketinde işe başlasaydım, E ile değil İ ile evlenseydim ya da evlenmemeyi seçseydim.” Sonsuz olasılıklar evreninde, her bir seçimimizle bu sonsuzluğu adım adım daralan bir çembere çevirdiğimizi hissederiz.
Peki, bu arzular bizi nereye götürür, nerelere savurabilir? Ele geçirilmediğinde bizi “hüsran”a sürükleyen arzu nesnesi, aynı zamanda bu hüsran yoluyla bize “tatmin”in kapısını da açıyor olabilir mi? Phillips’in tezi bu; “hem en iyi hem de en kötü hallerimizde, bizi yaratıcı ve becerikli kılan şey hüsrandır”.
Ancak tatmininin peşine düşüp kör olmuş ihtirasa düştüğümüzde bizi bekleyen tek şey hüsran değildir, trajedi tam da burada başlar: “Yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemediler diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara yol açtığında trajedi halini alır.”
Trajedinin karanlığına sürüklenmeden bir tatmin arayışı mümkün mü? Ya da bizi bu kör arzudan kurtaracak, “özgürleştirici bir bilgi”ye sahip olabilir miyiz?
Kaçırdıklarımız'ın en rahat okunan ancak aktarılması da bir o kadar zor olan bölümü “Kavrayamamak Üzerine” başlıklı bölüm. Yazar bu bölümde arzu nesnesiyle çetrefilli ilişkimize değiniyor. Arzumuza ulaşmak, tatmin olmak için umutsuzca onu, arzu nesnesini kavramak isteriz. Peki kavrayamamak, çocukluğumuzda dil becerimizin gelişmesinden öncesine ait belli belirsiz sezinlediğimiz bir deneyim olarak bize neler vaat etmektedir? Karşımızdakini kavrama arzumuzu bir an için kenara bırakabilirsek, “bilmenin karşılıklı deneyimleyebileceklerimizi nasıl engellediğini ve imkânsızlaştırdığını tasavvur edebiliriz” belki.
Phillips’e göre deneyimlemediklerimiz hakkında deneyimlediklerimizden daha fazla şey bildiğimizi düşünürüz. Seçimlerimiz sırasında vazgeçtiklerimiz, arzulayıp da erişemediklerimiz, mahrum kaldıklarımız yaşamımızın deneyimlenmeyenler hanesine yazılırlar. Tüm bu hanede toplanan “kaçırdıklarımız” ya da bazı deneyimleri yaşamama tecrübesine taktığımız ad “hüsran”dır. Kavrayamama durumundaki kişi de yaşanan durumu, bir espriyi, bir metnin bildirisini anlamayan, kaçıran ya da deneyimleyemeyen durumundadır. Bu hal kavrayamayan kişiyi diğerlerinden ayırır. Oysa insanın arzusu bilmek, kavramak, diğerlerine katılmaktan yanadır. Öyleyse “kavrayamamak” da bizi bir “hüsran”a sürükleyecektir ve bu durumda “kavrayamamak” bize başka türlü bir tatmin olanağı sunmaktadır.
Kuralları ve yasaları dilediğince çiğneme ve hiçbir bedel ödemeden işin içinden sıyrılma meselesinin ele alındığı bölüm “Yanına Kâr Kalmak” başlığını taşıyor. Philips, 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan ve kapitalizmin taşıyıcı ayaklarından biri olan “kâr”a yaslanan bu kavram üzerinden 20. yüzyıl ahlakını sorguluyor. Öte yandan yanına kâr kalmak durumundan, kuralları hiç bir bedel ödemeksizin ihlal edebilmekten bireyin nasıl ve neden haz duyduğunu açıklıyor.
Son bölüm olan “Deli Rolü Üzerine” de ise birbirinden bağımsız ele alınmış gibi görünen ancak örümcek ağı gibi dolambaçlı ve incecik bağlarla birbirine bağlanan tüm bu kavramları bir araya topluyor yazar. “Delilik ve deliymiş gibi davranmak bariz biçimde hüsranla, kavrayamamakla, yanına kâr kalmakla ve tatminle ilintilidir” diyor, “Yaşamış olabileceğimiz hayatları düşününce, kaçırdığımıza şükrettiğimiz pek çok hayatın yanı sıra, bundan o kadar da emin olmadığımız bir dolu hayat, kendimizin bir dolu versiyonu vardır. ‘Deli Rolü’ başka şeylerin yanı sıra, her zaman yapmayı başardığımız bu ayrım hakkındadır.”
Kaçırdıklarımız okurunu da hüsranın, kavrayamamanın ve tatminin sınırlarında dolaştırıyor. Bölümler arası bağlar açıktan dile dökülmektense okurun sezgisine bırakılıyor. Metin, bütünlüklü bir yapı, tüm cevapların açıkça göründüğü bir anlatım arayan okura, bilgiye sahip olamama hüsranını incelikle yaşatırken, kavrayamamanın hazzını da tattırıyor.
Uzmanlığı psikanalizin yanı sıra edebiyatla da yakından ilgili olan Phillips, Kaçırdıklarımız'da temel insani duygu ve deneyimlerden bazılarını psikanaliz merceğinin altına alırken, örneklerini edebiyat ve tiyatrodan seçerek psikanalitik bir edebiyat incelemesi lezzeti de sunuyor. Kral Lear, Otello, Macbeth gibi Shakespeare’in en gözde eserlerinin karakterlerinin, kitabın ele aldığı temel kavramları bağlamında analiz ediyor.
Psikanalizi insanların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayan bir hikâye ya da bir hikâye anlatma tarzı olarak gören Phillips’in çalışmalarının genel özelliği okurlarına hikâyelerini anlatmak ya da etrafına örmek için farklı bakış açıları sunması. Bunu yaparken de küçük gibi görünen, ama her biri kendi başına son derece önemli, bir araya geldiğindeyse gerçek bir hikâye oluşturan kavramlar dizgesine odaklanması. Eğer yaşamımızın her gün yeniden kurguladığımız bir hikâye olduğuna inanlardansınız, Phillips’in çalışmaları size bu yolda iyi bir rehber olacaktır.