| ISBN13 978-975-342-968-9 | 13x19,5 cm, 240 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Beyaz Arif Akbaş, "Avrupa Benim!", Gerçek Hayat, 17 Ocak 2015 Batı Avrupa'da aşırı sağın yükselişi ile birlikte İslamofobi de (İslam korkusu) her geçen gün sürdürülegelen önyargı ve ayrımcılıktan dolayı hızla artıyor. Müslümanlara karşı duyulan gerçek dışı nefret, düşmanlık ve kin besleme anlayışı onların toplum içinde ötekileştirilmelerine neden oluyor. Huntington'un o ünlü “Medeniyetler Çatışması” makalesindeki tez; bir dönem Batı'nın İslam'ı ötekileştirmesinde ve potansiyel bir tehlike olarak algılamasında kilit rol oynamıştı. New York'taki ikiz kulelere düzenlenen saldırı ve en son Paris'teki Charlie Hebdo katliamı hep bu tezin geçerlilik kazanması için yapılmış çalışmalardır. Bu tür eylemler Batı'ya Müslümanların haklarını kısıtlamada ve onlara karşı ırkçı, niye söylemeyeyim faşistçe, ayrım yapmada meşruluk kazandırmaktadır. Aslında olayın temeli haçlı seferleri ve İspanya'daki kadim Endülüs İslam Devleti'nin yağmalanmasına kadar iniyor. Medeniyetlerin çatışmasından en çok silah tüccarları, savaşa yatırım yapan bankerler ve Rupert Murdoch gibi sefil medya patronları kazanıyor. Yazar Zeynep Atikkan, bu konuda Avrupa Benim: Batı Avrupa'da Aşırı Sağın Yükselişi diye bir kitap yazdı. Atikkan, beş yıl boyunca Avrupa başkentlerinde yeni popülist sağın nasıl ve neden yükselişe geçtiğini anlamak için farklı görüşten kişilerle parti bürolarında, seçim karargâhlarında, üniversite kampüslerinde yüz yüze söyleşiler yaptı. Avrupa’nın aşırı sağcı, radikal sağcı, ya da yeni-popülist diye tanımlanan partilerinin liderlerine, çok kültürlülük, göçmen politikaları, Avrupa Birliği’nin geleceği, İslam ve Avrupa gibi konularda sorular yöneltiyor. Yazar yükselişe geçen bu partilerin artık marjinal ya da geçici vakalar olarak görülemeyeceğini söylemekle birlikte Avrupa alanı üzerinde doğrudan söz sahibi haline geldiklerini vurguluyor. Avrupa'daki bu eğilime sahip partilerin yandaşları sistemli bir şekilde kültür temelli bir ırkçılığa, göçmen ve özellikle de müslüman düşmanlığına başvuruyor. Almanya'daki Türkler'in evlerinin kundaklanması, Norveçte yapılan katliam, camilere yöneltilen çirkin saldırılar ya da Fransa'da başörtülü Müslüman kadınlara yapılan kötülükler hep bu yükselişin tezahürü olarak görünüyor. Atikkan'a göre bu anlayış; “Avrupa benim, ya benim gibi olacaksın, ya terk edeceksin” şeklinde kristalize olmuş bir zihniyetin ürünü. Aslında bu algı eminim bir yerden bize de çok tanıdık geliyordur. Avrupa Benim'de başlıca olarak merkez sağda köşe kapmaca, kültür duvarı ve öteki, kimlik arayışı, aşırı sağın aile fotoğrafı, karizmatiklik, medyatiklik ve İslamofobi, tepeden inme ırkçılık gibi konular ayrıntılı bir şekilde işleniyor. Kitapta bu süreçte Avrupa’nın sosyal adalete dayalı kalkınma modeli de sorgulanıyor. “Neoliberal dönüşüm, eşitlikçi Avrupa toplumlarında gelir dağılımını çarpıttı ve Avrupa’yı Avrupa yapan geniş orta sınıfın gücünü ve güvenini derinden sarstı. Tekleyen Avrupa ekonomileri, Avrupa’nın kimliğini oluşturan refah devletini sürdürmekte zorlanmaya başladılar. II. Dünya Savaşı’ndan beri sosyal refah devletinin koruması altında yaşayan Avrupalının sahip olduğu güvenceler artık tehdit altındaydı. Bu, bir yaşam tarzının yok oluşuydu, adeta limansızlık, barınaksızlıktı. Oysa Avrupa kamuoyunun çoğunluğu hâlâ refah devletine bağlıydı ve devletin toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamasını istiyordu. Onlara göre sosyal devleti sahiplenmek insan haklarını, demokrasiyi ve barışı sahiplenmek gibi Avrupalılıktı.” (s.17) Amerika kendi üstünde düğümlenen büyük ekonomik krizi paketleyip bir sorun olarak Avrupa'ya postaladığından beri bu refah devleti olgusu daha çok yıpranmaya ve çökmeye başladı. Dolaysıyla yaşam standartları düşen Avrupa toplumları bir günah keçisi aramaya başladılar. Şu an itibariyle bu fatura özellikle Müslümanlar başta olmak üzere Afrika ve Hint kökenli göçmenlere çıkarılmaya çalışılıyor. Avrupalıları rahatsız eden bir başka konu da Müslümanların şu an itibariyle %5, %7 civarında olan nüfuslarının 2050 projeksiyonlarına göre %10, %15'lere çıkacak olması. Çocuk bakmak yerine kedi köpek bakmayı tercih eden yaşlı ve hasta Avrupa hızla yükselen Müslüman genç nüfustan da oldukça rahatsız. Bir gün gelipte Avrupa'da nüfus çoğunluğunun Müslümanlardan oluşması onların hadsiz bir şekilde uykularını kaçırmasına da neden oluyor. Bu nüfus dengesinin değişmesine sürekli Müslüman ülkelerden göç alınması da sebep oluyor. Fakat bence bu olguya da yanlış yaklaşıyorlar çünkü göçmenler yaşlı kıta Avrupası'na yeni taze bir kan olarak geliyorlar ve genç nüfusun artmasına katkı sağlayarak sosyal, ekonomik ve kültürel yönden de pozitif etkileri oluyor. Kitapta şu cümleyi oldukça ilginç buldum ve altını çizdim: “26 Mayıs 2014 sabahı Avrupalılar bir siyasi depremle uyandılar. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partiler beklenen ama bir türlü kabullenilmeyen bir başarıya imza atmışlardı. Fransa başı çekti. [Peki neden, Fransa?] Aşırı sağcı parti Ulusal Cephe, merkezdeki sağ ve sol partileri geride bırakıp oylamadan birinci parti olarak çıktı. Partinin lideri Marine Le Pen pür neşeydi. Balkon konuşması yapmadı ama kameraların önüne geçti ve Fransa’da aşırı sağa giden dört milyon yüz bin oyu adeta kutsadı: Egemenliklerine sahip çıkan insanlar, gelecek için dizginleri yeniden ele almak için iradelerini ortaya koydular. “(s.15) Ulusal Cephe'nin bu kadar fazla oy almış olması ve tırnak içinde egemenliklerine sahip çıkıyor olması bize demokrasi dersi vermeye kalkan Avrupa için gerçekten ironik. Adam kısaca “Avrupa benimdir, benim kalacak!” diyor. Avrupamerkezcilik ya da Avrupai ırkçılık bir etnomerkezciliktir. (Kendi etnisitelerinin, dinlerinin, dillerin ve kültürlerinin üstün olduğuna inanan düşünce yapısı.) Fransa'da Ulusal Cephe beyaz olmayan, Fransız olmayan topluluklardan daha üstün olduklarını ve istedikleri gibi diğer toplulukların dinlerine, kültürlerine ve dillerine düşünce özgürlüğü maskesi altında karışabileceklerini, saldırabileceklerini, psikolojik şiddet uygulayabileceklerini varsayıyor. Müslümanların varlığını ya tamamen görmezden geliyor ya da onları bilinçli bir şekilde dışlıyor. Kendi adıma ben Avrupa'nın biraz daha yaşlanmasını keyifle bekliyorum, bakalım bu gerçeğe daha ne kadar Fransız kalabilecekler? |