| ISBN13 978-975-342-952-8 | 13x19,5 cm, 392 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Can Bahadır Yüce, "Yazmak Panzehirdir", Zaman Gazetesi, 16 Eylül 2014 Türkiye’de "hem Doğulu hem Batılı" denince akla hemen Edward Said’in gelmesi ilginçtir. Oysa Said tepeden tırnağa Batılı bir entelektüeldi. Kuşkusuz Doğu-Batı arasındaki diyaloğun artmasına katkıda bulunmuştu; Batı entelektüel dünyasının kaymak tabakasıyla (Derrida, Sontag, Chomsky) Filistin direnişinin öncülerini aynı evde buluşturan bir isimden söz ediyoruz. Ama eğitimi, entelektüel donanımı, düşünme biçimi, kuramsal yaklaşımları ve sonuna kadar savunduğu hümanist kimliğiyle ‘Batılı’ bir aydındı. Şarkiyatçılık adlı başyapıtında oryantalistlerin Doğu algısını ustalıkla teşrih masasına yatırmasının sırrı da Batı düşüncesine ‘içeriden’ bakabilmesinde saklıydı. Bugünlerde Said’i hatırlamak için iyi bir sebebimiz var: Otobiyografisi Yersiz Yurtsuz (Metis) yeni baskısıyla raflarda. Anna Karenina’nın girişini hatırlatan, bir otobiyografide rastlanabilecek en çarpıcı açılış cümlelerinden biriyle başlar bu kitap: "Bütün aileler ana babalarını, çocuklarını icat ederler; her birine bir hikâye, bir kişilik, bir yaradılış, bir kader, hatta bir dil biçerler." Çocukluğunu ve ilkgençliğini anlattığı kitapta, ömrünü edebi metin çözümlemekle geçirmiş Said’in kendisinin de ne kadar usta bir hikâye anlatıcı olduğunu görmek insanı şaşırtıyor. Edward Said anılarını 90’lı yılların sonuna doğru, kanser olduğunu öğrenince yazmaya başlamıştı. Amansız hastalığına karşı belleğinin gücü sayesinde ayakta kaldığını söylüyor. Yersiz Yurtsuz, "yazmak panzehirdir" önermesinin doğrulandığı örneklerden biri. Kendi deyişiyle "Araplığı su götürmez Said soyadına zoraki iliştirilmiş, budalalık derecesindeki İngiliz Edward adını" taşıması Said’in bölünmüş kimliği hakkında bir fikir veriyor. Ama bundan yola çıkarak onun Doğu ile Batı’yı buluşturduğunu söylemek kolaycılık olur. Said, anılarında hayatının 1967 Savaşı’ndan itibaren değiştiğini belirtiyor: "1967’den sonra eskiden olduğum kişi değildim artık." Arap dünyasının İsrail karşısında uğradığı bozgun, onu edebiyat eleştirisinin ve akademinin sınırlı dünyasından politik aktivizmin ön saflarına taşımış. Yersiz Yurtsuz’un müsveddelerini temize çeken, kitabın sunuşunda Said’in de coşkuyla teşekkür ettiği, asistanı Zaineb (Zeynep) Istrabadi’den iki yıl Arapça dersi almıştım. Zaman zaman Zeynep Hanım’dan da Said’in soyu gittikçe tükenen klasik 20. yüzyıl entelektüellerinden biri (mutlaka dolmakalem kullanan, pipo içen, klasik müzik tutkunu) olduğunu dinledim. Edward Said ismini klişelerden ve efsanelerden temizlemek için geç bile kalındı. 10. ölüm yıldönümü için kızı Najla Said’le yaptığımız söyleşide, babasının taş attığı ünlü fotoğrafın aslında turistik bir gezide çekildiğini anlatmıştı örneğin. New York Post gazetesi “Terör Eylemi” manşetiyle verme fırsatını kaçırmayınca o fotoğraf zihinlere kazındı. Hâlâ Said’in İsrail tarafına bir çatışmada taş attığını sananlar var. Edward Said’in entelektüel uğraşı iktidarla ittifak kurmaya çalışan sanat ve siyaset biçimleriyle mücadele ederek geçmişti. Daima edebiyatın muhalif içeriğini hatırlattı ve iktidarların canını sıkan bir aydın oldu. Yeni muhafazakâr devlet entelektüellerine karşı sesini yükseltti. Akademik birikimini kayıtsız şartsız iktidarın hizmetine sunmak şöyle dursun, bunu yapanlarla sert polemiklere girmekten çekinmezdi. Bunun ispatı, danışmanlığını yaptığı Arafat’la yolunu ayırmış olmasıdır. Oslo’daki barış görüşmelerini kişisel iktidarını korumak için kullanan Arafat’ı şiddetle eleştirdi ve hiç affetmedi. (Tanıdık geliyor mu?) Edward Said, Filistin’in dünyayla bağıydı ama siyasetin çiğlikleri, son yıllarında kabuğuna çekilmesine sebep oldu. |