Erman Ata Uncu, ''Dikkat! Çok biliyor olabilirsiniz!'', Radikal Kitap Eki, 15 Şubat 2013
Yan masadan günlük çalışma takvimimi izlemeyi âdet edinmiş meslektaşım, “Eli kalem tutan herkes bir gün yazısına TDK sözlüğüyle giriş yapacaktır” gibi bir uyarıyla araya girmese bu yazı muhtemelen “şifre”, “terörist” kavramlarının sözlük karşılıklarıyla başlayacaktı. Sebeplerden biri, yazıya nasıl gireceğini bilememek tabii… Ama daha da önemlisi, Şifrepunk: Özgürlük ve İnternetin Geleceği Üzerine Bir Tartışma’nın bu kavramların sözlük anlamlarının delik deşik edildiği bir manzaraya işaret etmesi.
Julian Assange’ın başrolünde olduğu Wikileaks hadisesinden sonrayı “şifreyi”, “gizli haberleşmeye yarayan işaretlerin tümü”nden ibaret görebilir miyiz? İktidarın kendi varoluşunu sağlama almak için terörizmin kapsamını istediği gibi eğip büktüğü bir çağda “terörist”e “yıldırıcı” tanımı getirmekle yetinebilir miyiz? Julian Assange’ın internet aktivistleri Jacob Appelbaum, Andy Müller-Maguhn ve Jérémie Zimmerman’la tartışmalarından oluşan Şifrepunk’ın sunduğu, tüm bu kavramların iç içe geçtiği, sınırların iyice bulandığı bir resim. Assange’ın kitabın giriş bölümü Şifreyazım Silahlarını Kuşanmaya Çağrı’da belirttiği gibi “Bu bir manifesto değil, uyarı”. Sivillerin, kendi istekleriyle neredeyse hiçbir ayrıntıyı atlamadan özel hayatlarını kendi istekleriyle faş ettiği, müzikal, edebi zevklerin, cinsel yönelimlerin iletişim ağlarına döküldüğü, uçsuz bucaksız bir “sayısal” külliyata erişebildiğimiz bu çağ, özgürlük pompalamalarına sahne olabilir. Ancak madalyonun öbür yüzünde, tam da bu tahayyülü zor iletişim ağında polis devletinin damarlarımıza kadar işlediği gerçeği var. GSM sistemlerinin “sadece faturalandırma açısından değil, bütün mimarisi itibariyle” mahremiyete izin vermediğinden bahis açıldığında Assange’ın yaptığı “Cep telefonu aslında bir izleme cihazıdır, ara sıra görüşme yapmanıza da izin verir” tespiti kafalarda daha net bir resmin çizilmesi için biçilmiş kaftan. Jacob Appelbaum’un “Artık uçak diye bir şey yok, işitme cihazları yok; dört tekerleği olan bilgisayarlar, kanatlı bilgisayarlar ve duymanıza yardımcı olan bilgisayarlar var” tespiti de bu resmi daha da ayrıntılandırıyor.
Devlet mekanizmalarıyla özel sektörün daha önce hiç rastlanmadığı kadar hemhal olduğu bu dönemde sivil girişimler de “şifrepunk”ların eleştiri oklarından muaf değil. Özel Sektör Casusluğu bölümünde Jeremie Zimmermann’ın söylediklerine başvuralım. “Devletin kaynak sağladığı gözetleme uygulamaları, hakikaten bütün demokrasilerin yapısını ve demokratik işleyiş tarzını tehdit eden çok ciddi bir mesele ama bir de ticari gözetleme uygulamaları ve özel sektör eliyle kitlesel olarak veri toplanması söz konusu. Google’a bakmak yeterli. Eğer sıradan bir Google kullanıcısıysanız, Google sizin kimlerle irtibatta olduğunuzu, kimleri tanıdığınızı, hangi konuyu araştırdığınızı, hatta cinsel yöneliminizi, dinsel ve felsefi inanışınızı biliyor.” Sonrasında da Andy Müller-Maguhn vurucu cümleyi dile getiriyor: “(Google) senin hakkında senin bildiğinden daha fazlasını biliyor.”
Twitter veya Facebook kullanmayın
Ancak tüm bu alıntılar Şifrepunk’ın ipe sapa gelmez komplo teorilerinden bir demet sunduğu, ana akım siyasi gerilimlerin akla sığmayacak senaryolarına malzeme sağlayacak akıl yürütmelerinden ibaret olduğu gibi bir yanılsamaya yol açmasın. Büyük oranda Assange’ın kendi televizyon programı World Tomorrow’da diğer internet aktivistleriyle yaptığı konuşmaları eksen alan kitap, bu tür anlatıların yanına yaklaşamayacakları bir gerçeklikten bahsediyor. Arap Baharı’nı başlatan Tahrir Meydanı ayaklanmalarının önce Twitter ve Facebook’tan örgütlendiği ama resmi yetkililerin tespit tehlikesine karşı devrimcilere “Twitter veya Facebook kullanmayın” yazılı bildirilerin dağıtıldığı bir manzara bu. 2009’da yine Mısır’da Facebook üzerinden örgütlenen bir ayaklanmanın muadillerinin yine Facebook üzerinden tespit edilmesi tarihin bir başka cilvesi.
Zaten Assange ve tartışma arkadaşlarının söz konusu uyarısının haklılığından dem vururken onların başına gelenleri anımsamak yeterli.
Yine Şifrepunk’a başvuralım. Julian Assange, kurucusu olduğu WikiLeaks’te ABD’nin diplomatik yazışmalarını kamuya sunduğundan beri hakkında casusluk ve cinsel taciz davaları açıldı. Assange, halen Londra’daki Ekvator Konsolosluğu’nda sürgün hayatı yaşıyor. İnternet sansürünü devredışı bırakmaya yönelik Tor projesinin savunucusu ve araştırmacısı Jacob Appelbaum, Assange’ın yer alamadığı bir konuşmayı devraldıktan sonra havaalanlarında sorguya çekildi, Şifrepunk’ta aktarıldığına göre gözaltında tecavüze uğrayacağına dair imalarla karşı karşıya kaldı. İnternet kullanıcılarının kimliklerini saklı tutma hakkını savunan La Quadrature du net oluşumunun kurucularından Jeremie Zimmermann, Şifrepunk’ta yer alan tartışmalara katıldıktan sonra iki FBI yetkilisi tarafından WikiLeaks hakkında sorguya çekildi.
Her şey sızar
Tüm bu isimlerin ortak noktası, başlangıçta özgürlük alanlarını iyice genişleteceği düşünülen internet âleminin, bilgiyi maddeleştirmesi, takip edilir kılması ve dolayısıyla tam tersi bir sürecin başlaması, iktidar mekanizmalarının bilginin tüm alanlarına sızması… Önerdikleri çözüm ise, “şifrepunk” teriminin “punk” kısmını daha da anlaşılır kılacak bir köksap örgütlenme, bilgileri çözerek değil “şifreleme” yöntemiyle bu tahakkümün sızamayacağı yeni alanlar yaratmak. Zira, internetin, avatarlarımızla ortalarda dolandığımız, iktidar aygıtlarının öngördüğü kişiliklerden, yönelimlerden sıyrılabildiğimiz bir özgür alan sunduğu ütopik yıllar çoktan geride kaldı. Assange’ın kitabın girişinde belirttiği gibi bu ütopyanın distopyaya dönüştüğü yıllardayız. Ve bu dönüşüm, devlet güdümlü savaşçı hacker’ların barış söylemini kullandığı, güvenliğimiz için şüpheli konumuna düştüğümüz, devrimin örgütlendiği aracıların yine onları tespit için kullanıldığı tuhaf zamanlara işaret ediyor. Başka bir deyişle “Başkanın Tüm Adamları” kahramanlarının engelleri bir bir aşıp gerçeğe ulaştığı türden anlatıların tam olarak yansıtılamayacağı bir ortam söz konusu… Ümidimiz çekimleri süren ve tüm bu sürecin anlatıldığı WikiLeaks: Inside Julian Assange’s War on Secrecy filminin de bu farklılığı yansıtmada başarılı olması. İçine çekildiğimiz bu komplike iktidar mekanizmasının daha çok farkına varmamız adına.