Özlem Akıncı, “Yalnız kalmak mümkün mü?”, Notos Edebiyat Dergisi, Ekim-Kasım 2013
Yalnız kalmak mümkün mü?
Gerbrand Bakker (daha çok Garbner Bakker adıyla tanınıyor) Amsterdam Üniversitesi’nde Hollanda Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra Clusius College’da bahçıvanlık eğitimi aldı ve profesyonel bahçıvan oldu. Önemli mi? Değerli. Hollanda edebiyatını akademik açıdan cebine koymuş, bayağı bir yol alıp kırklı yaşlarına ermiş, üstüne üstlük ömrünü doğayı gözlemlemekle geçiren bir yazarın elinden çıkmışsa bilge bir kitap olmalıydı Dolambaç. Bakker da bahçıvanlıkla yazarlığın birbiriyle bağdaştığını, sonbaharda dökülen yaprakları tırmıklarken çıkan sesin insanı bilinçaltında dolaştıracak kadar büyüleyici bulduğunu söylüyor. Hatta bir keresinde bir köşede biriktirdiği yaprak yığınını dağıtıp yeniden topladığını da anlatıyor. Yayıncısının yüz satır baskısıyla dilini yalınlaştıran Çehov gibi, Bakker da sabun köpüğü televizyon dizilerinin altyazılarını çevirirken atlamayı öğrenmiş. En sevdiği kitaplar arasında Murdoch’un The Sea The Sea, Edmund White’ın The Beatiful Room is Empty, çocuk klasiği Kenneth Grahame’in Söğütlerdeki Rüzgâr ve 1926’dan beri çocukların vazgeçilmezi Winnie-the-Pooh’yu sıralıyor. Yetişkinler için yazdığı romanlardan önce tarihsel dilbilgisi çalışmalarına yönelen, çocuklar için iki ciltlik etimoloji sözlüğü ve romanlar da yazan Bakker, kışları buz pateni hocalığı yapıyor. Böylesine ilginç bir yazarın kitabından söz ediyoruz.
Dolambaç (De omweg) üçüncü romanı ve yakın bir zaman önce İngiltere’de Independent gazetesinin düzenlediği, çeviri kitaplar arasından seçilerek verilen 10 bin pound ödüllü Independent Foreign Fiction Prize’ı aldı. Ödülün önceki kazananları arasında Orhan Pamuk, Milan Kundera, Jose Saramago, Per Petterson gibi yazarlar da var.
Dolambaç Bakker’ın Türkçeye çevrilen ikinci kitabı. İlki Yukarıda Ses Yok, gene Metis’ten 2011’de yayımlanmıştı. Bu romanıyla, dünyanın farklı şehirlerindeki halk kütüphanelerinin aday gösterdiği ve kazananın 100 bin euro’yla ödüllendirildiği 2010 IMPAC Dublin Edebiyat Ödülü’nü de hak etmiş, ödül töreninde konuşma yapmak yerine Hollanda’nın 1994 Eurovision temsilcisi, Waar is de zon? (Güneş Nerede?) adlı şarkıyı söylemişti.
Dolambaç güçlü bir kitap. Onu güçlü kılan unsurlardan biri Bakker’ın anlatımıyla coğrafyanın uyumu. Kuzey Galler bölgesinde oldukça ıssız, bozulmamış bir dağ eteğinde geçiyor. Yazarın her yıl geldiği ve Snowdon Dağı’na en az on bir kez tırmandığı bir bölge burası. “Güzel ve tehditkâr” sözcükleriyle nitelediği ve aynı atmosferle romanına yansıtmayı başardığı bir yer. Çevre, kitap bittikten sonra da hep akılda kalacak kadar etkiliyor okuru. Üstelik bunu sıfatlardan uzak kalarak, yalın dille başarıyor. Hollandalı, orta yaşlarında bir kadın her şeyden uzaklaşmak üzere burada üç aylığına bir ev kiralar. Ekim ayını atlayarak, kasımdan başlar anlatıcı. İki üç sayfalık kısa bölümlerde kadının kurduğu gündelik yaşamı, çevrede oturan çoğu erkek birkaç kişiyi, kadının geçmişiyle ilgili aklına gelenleri anlatırken, yavaş ve kısa anlatımın katkısıyla günlerin yavaşlığı hissettirilir. Âdeta soğan kabuğu soyar gibi, ilerledikçe toplarız verileri; usulca yağan kar gibi zihnimizde birikir. Ancak, ketum bir yazardır Bakker. Hem çok şey söyler gibidir hem de kitap bittiğinde okurun aklı sorularla doludur. Kadını inzivaya iten en az beş neden sıralayabiliriz. Bunlardan biri de olabilir, hepsi de. Aslında hayatta da biraz öyledir, her sonucun bir nedeni varmış gibi görünse de pek çok etken birleşerek tek bir sonuç doğurmuştur. Kitabı güçlü kılan ikinci unsur da budur. Bakker’ın bilerek bıraktığı boşluklar okurun yorumuna kalmıştır. Yine de okur, kafasına takılanlardan rahatsızlık duymaz. Bir çırpıda okunabilen, görselliği farklı, unutulamayacak bir haz yaratan, karmaşık ama bunaltmayan bir kitap yazmak pek kolay olmasa gerek.
Doğanın içinde yaşam kurmak farklıdır. Otları, çalıları, ağaç dallarını sürekli düzene koymak, hayvanların güvenliğini sağlamak gerekir. Kadının eylemleri de bu amaca yönelir. Ancak, bilen bilir, nafiledir. Kadın da elinden geleni yaptığı halde kazları kurtaramaz. Evi kiraladığında eşyalarla birlikte bahçede bulduğu on kazdan geriye yalnızca dördü hayatta kalır. Kazların kayboluşu ölümü hatırlatır.
Fiziksel çalışmanın bir avantajı daha vardır: zihni durdurur. Geçmişi ve geleceği bir kenara bırakarak, zamanı iyi geçirme yöntemidir. “Hiçbir şey ‘düşünce ve tutku’ kadar gerçek olmadığına göre, insan hakikatinin özünü eylemlerimiz değil fantazilerimiz ifade eder,¨ diye yazıyor açık kalmış Emily Dickinson’ın kitabında. Romana katkısı açısından önemli bir cümle olduğunu düşünüyorum. Adının Emilie olduğunu söylerken, gerçek adının farklı olduğunu da anlıyoruz aslında. Anlıyoruz ki gelmeden yarım kalan doktora tezi Dickinson hakkında. Gelirken şairin portresini de yanında getirecek kadar düşünceleri Dickinson’ınkilere takılı kalmış. Kitabın başında İngilizcesi yer bulan şiiri, roman boyunca Flamancaya çevirirken sürekli şairi sorguluyor. Bu arada Emily Dickinson kitabın hayalet karakterlerinden biri. Bir başka hayalet karakter, evin önceki sahibesi yaşlı kadın. Ancak, somut olarak konuşan, romanın içinde eylemlerde bulunan öbür karakterlerin motivasyonlarını da yalnızca sezeriz. Sanki sürreellerdir. Oğlan, yavaşça kayar kadının hayatına. Az hareketli bu romanda ilişkiler de tuhaftır. Kocayla polis, kayınvalideyle kayınpeder, fırıncıyla karısı, doktor, kuaför. Üç kişilik bir toplulukta bile konuşmalar ikilidir genellikle. Yarım söylenmiş cümlelerle konuşurlar. İletişimsizliği artıran bir de dil sorunu vardır elbet. Anadili Flamanca olan kadın İngilizceyi, öbürleri de kadını tam anlamaz. Anlaşamamak, anlaşılamamak. Yazar, vurgusunu artırmak için roman boyunca karşımıza pek çok İngilizce ve Flamanca sözcük çıkarır. Tepkiler de ilginçtir. Kadını herkes Alman zanneder. Ayağını porsuk ısırdığında, porsuğun çekingen bir hayvan olduğunu söyleyerek inanmazlar.
Bakker’ın bolca kullandığı semboller de anlatımı güçlendiren unsurlardan. Kazlar, porsuk, yaralı ayaklar, oğlan, köpek, amca, oğlanın çıkardığı patika izi, sigara içmek, taş çember, kissing gate, beden, ağrılar. BBC’nin 2002’den bu yana devam eden gündüz kuşağı dizisi Escape to the Country. Romanda bir yer tutan Kenneth Grahame’in Söğütlerdeki Rüzgâr adlı 1908’de yayımlanan kitabının karakterleriyle, Dolambaç’ınkileri benzeştirmek için de ayrıca bakmak gerekir.
Bakker, söyleşilerinden birinde, kadının elinden geleni yaptığını, yalnız kalmaya çalıştığını söyler, ancak herkes bilir ki böyle zamanlarda bu olanaksızdır, diye de ekler. Bu yüzden oğlana git diyemez.
Bakker’a göre Dolambaç hayatının oldukça karamsar bir döneminde yazılmış. ''İçgüdüsel olarak yazdım. Bazı şeyler açığa çıkmak istedi. Şimdi gördüğümse, ürkütücü boyutta kendim hakkında olması. Zihnimin arkalarında bir yerlerden yazdım. Ne yaptığımı görmeden'' diyor. Kitap İngiltere’de The Detour, Amerika’da Ten White Geese adıyla yayımlandı.