| ISBN13 978-975-342-888-0 | 13x19,5 cm, 88 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Beste Bal, “Tuzruhundan Suruhu’na: Hah”, Milliyet Kitap Eki, Aralık 2012 Öyle ki hangimiz en büyük acıların etkisinden daha hızlı sıyrılabiliyorsak, onunla ‘başa çıkabiliyorsak’ o kadar güçlüyüz! Ayrılıklar, hastalıklar, kazalar, ölümler. Ölümler! Elbette ki makul düzeydeki üzüntünüz çevreniz tarafından kabul görecektir; ama hayat devam etmektedir. Hele ki toplumun büyük bir bölümünün yaşamını sürdürebilmesi için çalışmak zorunda olduğu düşünülürse bunun meali şudur: bir an önce toparlan ve çalışmaya başla. Bir de herkes tarafından bu kadar-cık kabulün bile çok görüldüğü yaslar var ki büyük suskunluklarla içe atılmak zorunda kalınan, içe atıldıkça büyüyen, büyüdükçe kanatan, kemiren. Kimseyle paylaşamadan sizinle dünden bugüne, o duraktan üç sonrakine, bu şehirken ötekine taşıyıp durduğunuz; zamana, mekâna hapsolmayan cinsten. Kendi acılarının hızla üstesinden gelmeye çalışanların dönüp ‘senin derdin nedir’ diye sormayı akıllarından bile geçirmedikleri bir koşturmacada, ona sıkı sıkı sarılıp kendini bırakmamakla, diğerleri gibi acıdan koşar adım kaçıp kendini unutmak arasında gidip gelme hali. İşte o bocalama, hislere karşı girişilen mücadele yaşanılan travmanın tarifi olsa gerek. Birgül Oğuz, içten yanmalı acıların güzellemesini yapmıyor. Tekil ‘ah’larımızın, paylaştıkça nasıl ‘hah’lara dönüştüğünü, o en bana ait dediğimizin ortaklığına dikkat çekiyor. Yas tutmanın bir vedalaşma olduğunu, hayata devam etmenin önkoşulunun bir şeyler yaşanmamışçasına örtbas etmek yerine onlarla yüzleşmek ve hatta hesaplaşmak olduğunu hatırlatıyor. Öykülerinde gerçekle kurgu iç içe geçiyor. Anlatılan senin ya da benim olmasa da etrafında dolandığımız bir hikâye; pek bilmediğimiz ve belki de bilmemeyi tercih ettiğimiz onun, onların hikâyesi. Okudukça tekil olduğunu varsaydığımız hikâyelerin aslında ‘çoğul’ olmadıkça varolamayacağını görüyoruz. Zaman içinde salınıyor anlatı, mekân değiştiriyor. Kişiler de değişiyor elbet ama aynı göğün altında yaşadığımızı hep hatırda tutuyor kitap boyunca. Oğuz, kitabını ‘bir ihtilal daha var’ diyen babasına ithaf etmiş. Kişisel yaşamlarımızı evirmekte bile bocalarken bir ihtilali düşleyenlere geldiğinde sıra, koca tarihimizdeki o durakta bekleyenlerin çokluğu, içine çekiyor adeta ne kadar uzağında olsanız da. ‘N’apalım, gelmiş bulunduk’ diyen Oğuz, okuyucunun yazarda en merak ettiği unsurlardan birini cömertlikle satır aralarına iliştirmiş: esinlendiği yazarları. Paul Celan, T. S Eliot, Özge Dirik, İsmet Özel ve dahası. Bugüne kadar okuduklarınızı bir şekilde o satır aralarına iliştirilmiş görmek, daha da çekiyor metnin içine. Tuz Ruhun, Dan, Su Ruhu olmak üzere üç bölümden oluşan kitap, tüm öykülerin sonunda sesleniyor: her şeyinle ‘dünyanın tuzu sensin’. Yaşıyorum, diyebilmek için hissetmeye çağıran yazarın sesine kulak verin. |