Giriş, Ayşe Kadıoğlu, s. 13-19.
"Nerelisin?" sorusuna verilen cevap çoğu kez elimizde bulunan pasaport ya da nüfus cüzdanıyla sınırlanıyor. Oysa bu soruya birkaç kimliğe atıfla cevap vermek mümkün. Günümüz siyasal düşünürlerinden Tarık Ramazan, bu soruya bir söyleşide şöyle cevap vermiş: "Milliyet olarak İsviçreliyim, din olarak Müslümanım, bellek olarak da Mısırlıyım."( Guardian, 4 Ekim 2005.) Kimliklerin ortalığa saçıldığı günümüzde siyaset bilimcileri bekleyen en önemli sorular, bunların nasıl bir arada tutulabileceğiyle ilgili. Kimlikler yokmuş gibi davranmak ise ciddi bir uyumsuzluk belirtisi.
Türkiye'de vatandaşlık konusunda yapılan bütün tartışmalarda, söz dönüp dolaşıp Türkiye'deki vatandaşlık anlayışının ne denli kapsayıcı ve dolayısıyla da demokratik olduğuna gelir. Buna göre Türkiye'de vatandaşlık hem Türkleri, hem Kürtleri, hem Ermenileri, hem Yahudileri hem de daha birçok dilsel ve dinsel farklılığı olan grubu kapsar ve bu nedenle de demokratik bir yapıya sahiptir. Konuya bu açıdan bakanlar eninde sonunda taşı gediğine koymanın muzaffer edasıyla o göz yaşartıcı soruyu sorarlar: "Aslında hepimiz Türk değil miyiz?", "Hepimizin kalbi bu memleket sevgisiyle çarpmıyor mu?", "Kimlikler üzerinde bu denli durmaya ne gerek var?" Oysa bu türden kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışı aynı zamanda farklılığı kendi içinde eritmek anlamına da gelmektedir ve bu nedenle aslında bu anlayışın demokratikliği de şüphe götürür. Günümüzde demokrasinin gereklerinden biri farklılığı tanımaya açık olmaktır. Ulus-devletlerin kuruluş döneminde, ulusal egemenlik, halkın siyasete katılımının önünü açan bir olgu olarak ortaya çıkmıştı. Oysa günümüzde ulusal kategoriler üzerinden yapılan siyaset, farklı kimlikleri temsil etmediği oranda, halkın siyasete katılımının önünde bir engel olarak belirmektedir. Siyasal katılımı artırmanın yollarından biri vatandaşlık kavramını ulus-devletin zincirlerinden kurtarmaktır. Zaten bugün Batı ülkelerindeki üniversitelerde, siyaset bilimi kürsülerinde yapılan birçok çalışma dönüp dolaşıp vatandaşlık olgusu ile halleşmeye çalışıyor.
Türkiye'de milliyetçi gruplar, Kürt kökenli bir vatandaşın ne tür kimlik talepleri olabileceğini anlamamakta direniyorlar. Çünkü onlara göre, Kürt kökenli de olsa Türk kökenli de olsa herkes vatandaştır. Eğer vatandaş olmaya dair evrakları (nüfus cüzdanı, pasaport) da varsa, ortalıkta şikâyet edecek bir durum olmamalıdır. Konuya bu şekilde yaklaşan herkesin düştüğü ortak bir yanılgı var. O da şu: vatandaşlığı bir kulübün üyeliği gibi görmekte ısrar etmeleri. Modern siyasette bu kulübün adı ulus-devlet. Bu kulübe üye olarak kabul edilmişseniz eğer, başka bir şikâyetiniz olmaması gerektiği zannediliyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olsalar, insanların silinip yok olmasını istemedikleri başka kimlikleri de olabiliyor. Örneğin Kürtlük, Çerkezlik, Ermenilik, Yahudilik, Alevilik böyle kimlikler. Evet, bu kimliklerinin farkında olan herkes kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilir; ancak, bu kimliklere ilişkin "farklılıklara" ne olacak? İşte bugün vatandaşlık tartışmalarının ana ekseninde bu soru var.
Vatandaşlık literatüründe bu soru etrafında dönen tartışmalar "azınlık hakları" üzerinden yapılıyor. Türkiye'de var olan farklı kimliklerin bazıları "azınlık" ifadesinden hoşlanmadıkları için, Türkiye'de bu kimliklere ilişkin tartışmalar kilitleniyor ve yapılamıyor. Türkiye'de üst-kimlik, alt-kimlik ifadelerinin kafaları karıştırmaması ve vatandaşlık tartışmalarının bir sağırlar diyaloğuna dönüşmemesi için, öncelikle "azınlık" kavramını sadece gayrimüslimleri ilgilendiren bir olgu olarak ele almayı aşmak gerekiyor. Azınlık olarak telakki edilmenin bazı kimlikleri "gücendirmesi" Türkiye'ye özgü bir özellik. Kuruculuk öylesine mitleşmiş ki, herkes azınlık değil, kurucu olmak istiyor.
Azınlık hakları, hukuki anlamda vatandaş olan ve dolayısıyla her düzeyde seçme ve seçilme hakkı olan insanların, "farklı" olmaya dair haklarını içeriyor. Vatandaşlık literatüründe bu haklara, "çokkültürlülük hakları" da deniliyor. Bu alanda son derece yetkin çalışmalarıyla bilinen Will Kymlicka ve Wayne Norman'ın bu kitabın yedinci bölümünde yer alan makalelerinde belirttikleri gibi, çokkültürlülük hakları, kendi kendini yönetme isteğinden ziyade, bir yandan farklılıkları muhafaza ederken, bir yandan da toplum ile daha fazla kaynaşmaya yönelik haklar. Hükümetlerin bu haklara duyarlı olmaları demek, kültürel farklılığa karşı hoşgörülü olmaktan bir adım öteye gitmek ve kültürel farklılığı davet etmek anlamına geliyor. Farklı dilleri öğrenmeye ve öğretmeye açık olmak, farklı kimliklerin yoğunlaştığı yerlerde trafik ve yol işaretlerini birkaç dilde tasarlamak, geleneksel kostümlerin giyilmesine engel olmamak, farklı dinsel ritüellere şüpheyle yaklaşmamak, çokkültürlü haklar içinde düşünülebilecek gelişmeler. Elbette ki bu haklar sonsuz değil. Grupların, cemaatlerin birey üzerinde tahakküm kurduğu noktalarda bu hakların da sınırlarına ulaşılıyor. Çokkültürlülük hakları dünyanın birçok yerinde uygulanıyor, ve ilginçtir, bu uygulamalar zannedildiği gibi ülkeleri bölmüyor.
Bugün Türkiye'de üst-kimlik, alt-kimlik kavramlarından anlamlı bir tartışma çıkarabilmek için iki önemli açılımın yapılması gerekli:
Birincisi, vatandaşlık olgusunun bir kulübe (ulus-devlet) üyelik değil de, bir haklar dizisi olarak görülmesi son derece önemli. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, onunla gelen evraklara sahip olmaktan öte, onunla birlikte gelen haklara da sahip olmayı gerektiriyor. Bugün Türkiye'de bu hakların içinde azınlık haklarını ya da çokkültürlülüğe dair hakları da saymak gerekiyor. İnsanların, üyelik anlamında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip olmalarının bizatihi bir hak olarak görülmesi bugün artık köhnemiş bir anlayışı temsil ediyor ve yetersiz kalıyor. İnsanlar "farklı" olmayı da sahip oldukları haklar içinde görmek istiyorlar. Bugün vatandaşlık kavramının ulus-devletten kopmasıyla kastedilen bu durumdur. Üst-kimlik, alt-kimlik ifadeleriyle yapılan tartışmalar, bu değişime ve farklılıkları tanımaya dairdir. Bu açıdan bakınca ve dilsel, dinsel farklılıkların yok olmayacağı düşüncesiyle yola çıkınca, onları "kapsayarak" bütünlüğü sağlamak boşa kürek çekmek gibi görünüyor. Farklılıkların tanındığı ortamlarda ise parçalanmadan ziyade, birlik ve beraberliği ahenkli bir şekilde temin etmek mümkün olabilir. Farklılığı tanımak kültürel zenginlik, farklılığı kapsayarak zaptu rapt altına almaya çalışmak ise kültürel çoraklık getirir.
İkinci olarak, son derece bilinçli bir "hatırlama" eylemine girişmek gerekiyor. Türkiye'de Türk kimliğinin inşası süresince bu topraklarda yaşayan farklı kimliklerin dışlanması ya da özümsenmesi süreçlerine eşlik eden son derece ciddi bir "unutma/unutturma" dönemi yaşanmıştır. Farklı kimlikler yokmuş gibi davranmak, bu ülkede siyasal kültürün en önemli özelliklerinden biridir. İşte bu unutkanlık, bugün, vatandaşlık tartışmalarına da yansımakta ve "Hangi kimlikler, farklı kimlik de ne demekmiş, herkes Türk vatandaşı değil mi?" türünden tepkiler ortaya çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti topraklarının zengin kültürel çeşitliliğini yok saymak üzerinden inşa edilen ulusal kimlik anlayışı, günümüz koşullarında ahenkli ve demokratik bir bütünlüğü sağlamaktan giderek uzaklaşıyor.
Bugün vatandaşlık tartışmaları bu iki temel açılımın yapılabilmesi için, yani vatandaşlığın bir kulüp üyeliği gibi değil de, bir haklar dizisi olarak düşünülmesi ve geçmişe yönelik bir hatırlama eylemine gidilmesi doğrultusunda sınırları zorluyor. Vatandaşlık odaklı tartışmalar özellikle 1990'ların başlarından bu yana artan bir hızla sürüyor. İlk başlarda daha ziyade modern vatandaşlık kavramının kurgulanış sürecine duyulan ilgi, daha sonra yerini farklı vatandaşlık anlayışlarının oluşturulması çabalarına bıraktı.
Vatandaşlık kavramı kimilerine göre yasal bir evrak ile, kimilerine göre de haklar ile tanımlanabilir. Vatandaşlık konusundaki tartışmalara girmeden önce bu kavrama atfedilen tanımların ne olduklarını bilmek önemli. Kitabın ilk bölümünde, vatandaşlık kavramına atfedilen farklı anlamları özetlemeye çalışarak, vatandaşlık çalışmalarına giriş oluşturabilecek bu kitaba kavramsal bir netlik getirerek başlamayı amaçladım.
İkinci bölümde, benim kaleme aldığım ve Türkiye'de vatandaşlığın ulustan arındırılmasına dair yasal ve sivil toplum temelli dönüşümlere işaret eden bir makale var. Türkiye'de ulusal bir aidiyetin ötesinde vatandaşlık konusunun ele alınması için öncelikle ulusal kimliğin özelliklerini irdelemek gerekir. Türkiye'de ulusal kimliğin kuruluşuna dair çalışmaların bazısı bu kimliğin "dışlayıcı" özelliklerine, kimileri de "özümseyici", yani farklılıkları bastıran, Türkleştirmeye ağırlık veren yönüne vurgu yapmaktadırlar. Türkiye'de var olan yerleşik ulusal kimliğin ırkçı açılımlarının olup olmadığı günümüzde hâlâ tartışılmaktadır. Bu tartışmalar, tarihsel bir arkaplan eşliğinde yapıldığı zaman, tarih dışı bir ulusal kimlik kurgulaması saptamaya çalışmak yerine, ulusal kimliğin kurgulanış sürecinin zaman içinde dışlayıcılık ve özümseyicilik arasındaki geliş gidişlerinin saptanması öne çıkmaktadır. Bu bölümde, ilk olarak ulusal kimliğin kurgulanış sürecinin temel özellikleri ele alınıyor. İkinci olarak inşa edilen vatandaşlık olgusunun çözülmesini gündeme getiren yasal düzenlemeler ve sivil toplum kuruluşlarının bu yöndeki eylemleri ele alınıyor ve Türkiye'de vatandaşlık olgusunun ulustan arındırılması yönündeki dönüşüme ışık tutulmaya çalışılıyor.
Kitabın üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümlerinde modern vatandaşlık olgusunun tasnif edilmesine yönelik analizleri barındıran üç kilit makaleye yer verilmiştir. Bunlardan ilki Rogers Brubaker tarafından kaleme alınmıştır. Brubaker bu makalesinde farklı milliyetçilikleri farklı vatandaşlık kavramlarıyla ilişkilendiriyor. Özellikle Fransız ve Alman milliyetçilikleri arasındaki farklılıklara ağırlık verdiği bu makalesinde Brubaker, Almanya'da milliyetçilik ideolojisinin ulus-devlet olgusundan yarım yüzyıl kadar önce çıkmasının Alman vatandaşlık olgusu üzerindeki etkisini değerlendirmektedir. Almanya'da 2000 yılına kadar geçerli olan ve vatandaşlığı kan bağı ile ilişkilendiren yaklaşımın tarihsel kökenleri Nasyonal Sosyalizmden çok daha gerilerde, Almanya'nın ulus-devletleşme sürecinde aranmalıdır.
Vatandaşlık olgusu, ulus-devletleşme süreci ve milliyetçilik ile ilişkilendirilerek tasnif edilmenin dışında, Liberal ve Cumhuriyetçi kuramsal yaklaşımlara atıfla da tasnif edilmektedir. Kitabın dördüncü bölümünde yer verilen ve Adrian Oldfield tarafından kaleme alınan makalede bu iki temel kuramsal yaklaşımın vatandaşlık olgusu üzerindeki izlerine ışık tutuluyor. Beşinci bölümde ise Bryan S. Turner'ın etken ve edilgen vatandaş ile özel alana müdahaleyi içeren vatandaşlık anlayışlarına işaret eden vatandaşlık kuramına yer verilmektedir.
Kitabın altıncı ve sekizinci bölümünde vatandaşlık olgusunu üyelikten öte ve haklar temelli bir olgu olarak düşünmeye temel oluşturacak iki kilit makaleye yer verilmiştir. Altıncı bölümdeki makale, vatandaşlığı üyelik dışı bir olgu olarak ele almayı en açık bir biçimde dile getirmiş ilk çalışmadır ve James Donald tarafından kaleme alınmıştır. Sekizinci bölümde ise çokkültürlülüğe dair haklara ilişkin çalışmalarıyla bilinen Will Kymlicka ve Wayne Norman'ın makalesine yer verilmiştir. Vatandaşlık olgusunu bir kulüp üyeliğinin dışında haklar temelli düşünmek için, özellikle çokkültürlülüğe ilişkin haklara vurgu yapmak gerekiyor. Bu nedenle, bu hakların neleri içerdiği, özel temsil haklarından ve kendi kendini yönetmeye ilişkin haklardan nasıl ayrıldığı önemli. Kymlicka ve Norman'ın makalesi Türkiye'de vatandaşlığa ilişkin demokratik bir açılıma işaret eden "çokkültürlü anayasal vatandaşlık" olgusuna yaptığı katkı nedeniyle önem taşıyor.
Yedinci bölümde ise, dördüncü, beşinci ve altıncı bölümlerdeki makalelerde dile getirilen teorik yaklaşımların Türkiye özelinde ele alındığı bir makale bulunmaktadır. Benim kaleme aldığım bu makale önceki üç bölümde anahatları çizilen temel teorik yaklaşımlar ışığında Türkiye'deki vatandaşlık tartışmasının sınırlarını çizmeye çalışmaktadır. Kitabın dokuzuncu bölümünde E. Fuat Keyman tarafından kaleme alınan makale ise, Türkiye özelinde "çokkültürlü anayasal vatandaşlık" olgusu üzerine odaklanmaktadır.
Avrupa Birliği süreçleri şüphesiz Türkiye'de vatandaşlık nosyonunun demokratikleşmesi yönünde önemli aşamaların kaydedilmesini cesaretlendirmiştir. Ancak bu açılımlar beraberinde milliyetçi reflekslerin körüklenmesini de getirmiştir. Günümüzde, siyasal katılım konusu, halkın, yani demos'un kimlerden oluştuğu tartışmasını içermektedir. Bu tanımın ulusal bir kimlik ile özdeşleşmesini aşmak ve farklı dilsel, dinsel özelliklere açık bir vatandaşlık tahayyül edebilmek, içinde bulunduğumuz dönemin dinamiklerinin zorladığı en önemli açılımlardan biri olmaya adaydır. Öyle ki farklılıkların özel alana havale edilmesiyle ulaşılmış olan modern vatandaşlık kavramı, bu farklılıkları kamusal alanda tanımak suretiyle yeniden kurgulanmaktadır. Vatandaşlık, ulus-devletin ötesinde evrensel bir olgu olarak yeniden tanımlandıkça, ulusal vatandaş siyasal bir aktör olarak önemini yitirmektedir. Bu dönüşüme duyulan tepki günümüzde kabaran milliyetçi dalgaların tetikleyicisidir. Bugün gerek Türkiye'de, gerekse başka coğrafyalarda, ulusal meclislerde alınan yasal reformlara ilişkin çeşitli kararlar, o ülke vatandaşlarınca talep edilmeden ve örneğin AB gibi ulus-üstü, bölgesel önemi olan kurumsal birimler öyle uygun gördüğü için alınmaktadır. Bu durumda ulusal vatandaşlar, zeminin ayaklarının altından hızla kaydığını hissettikleri oranda milliyetçi akımlara rağbet etmektedirler.