Ali Bulunmaz, "Anlamak istiyorsan, debelen ey okur!", Cumhuriyet Kitap Eki, 24 Haziran 2010
İsmi gibi kendisi de tuhaf bir roman Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi? Savaşmak istemeyen, Cezayir'e gitmeye yanaşmayan bir askerin ve ona yardıma koşan bir grup gönüllünün komik ve iğneleyici hikâyesi. Perec'in, askerlik sanatı ve insanlık hallerine dair kenardan patlattığı bir kahkaha.
İsmini duyunca kimilerinin 'eyvah!' dediği biri Georges Perec. Edebiyat tarihinin garip adamlarından. Yazdıklarıyla, görünüşüyle ve yaşayışıyla ilginç bulunan, uzak durulabileceği gibi benzeri bir acayiplikle merak edilen bir adam.
1936-1982 yılları arasında yaşayan Perec, 'e' harfi kullanmadan veya noktalama işaretine gerek duymadan yazdığı kitaplarla da biliniyor. Hep yeni biçemlerle okuyucusunu şaşırtmaktan mutluluk duyma gibi bir özelliği de var. 1965'te Şeyler'le Renaudot Ödülü'nü kazandığında çoktan Raymond Queneau ile tanışmış; onun, François le Lionnais'yle kurduğu 'Oulipo' akımına kendini kaptırmıştı. Bu akımın ana amacı, yazarların nasıl isterse öyle kullanabileceği yeni biçim ve yapılar geliştirmekti.
Perec, bu akım ve amacı doğrultusunda kitaplar kaleme alırken, 'başka yapıtlardan oluşan bir bütünün parçası' diye nitelediği eserlerinin hemen hepsine otobiyografik öğeleri yediriyordu. Elbette etkilendiği önemli isimler de vardı: Flaubert, Kafka, Joyce, Verne, Queneau ve Leiris.
Perec, yazarlık ya da yazma tutkusunu 'çağın tüm edebiyatını adımlamak' şeklinde özetler. Bir anlamda 'yürümek, sürekli yol almak' demektir bu. Perec'in bu yolda yarattığı romanlardan biri de, Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?
Savaşseverlerle insanseverler
Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?'nde belirgin bir karşı duruş; işgali evetlememe anlayışı var. Perec bunu yaparken insanın saflığından ve naif duygularından yola çıkıyor. Elbette burada savaş ve işgale karşıtlığın ana eksenini, romanın yazıldığı dönemde Fransa'nın aydın çevrelerinde epey tartışılan Cezayir meselesi oluşturuyor.
Cezayir'in Fransızlaştırılması sürecinden dem vurduğu anlatım, 'Afrika'nın necip tepelerini kanlarıyla sulamaya gidecek askerlerin' belirlenme aşamasına geçtiğinde, hem ironik hem de gayet ciddi bir hale bürünüyor. Bu ikisi başta çelişir görünse de, Perec'in sürükleyici biçemi burada ete kemiğe bürünüyor.
Yüksek Komutanlık tarafından Cezayir'e yollanmaya çalışılan asker ile buna engel olmaya çabalayan; Perec'in deyimiyle 'bir grup yiğit'in çekişmesi. Bir başka ifadeyle, savaşsevicilerle insanseverler arasındaki mücadele.
Perec'in adını bir türlü denk getiremediği (Karamanlis, Karanmo, Karafol') askerin savaş sevmezliği, ona yardım etmek için çırpınanlara türlü yollar aratır. Bu arada Karabilmemne ağzındaki baklayı çıkarır: “Savaşı sevmiyorum, savaşmak istemiyorum, Cezayir'e gitmek istemiyorum, vurulup sevdalandığım kızın yaşadığı Paris'te kalmak istiyorum, onu güçlü kollarımla sarıp sarmalamak istiyorum.”
Karabilmemne'nin bu tavrı, onu ve pek çok askeri Cezayir'e yollamaya kararlı 'yüksek' komutanlar tarafından 'dangalakça' bulunur. Yapılacak şey bellidir o noktada: Karabilmemne'yi sakatlayıp bir yere kıpırdamamasını sağlamak ya da hasta etmek, dövdürmek, delirtmek.
Kafadarların, Karabilmemne'yi Cezayir'e yollamama çalışmaları sonucunda ortaya çıkacak durum için kılıf da hazırlanıyor elbet: Karabilmemne'ye dengesiz, var oluşundan bıkkınlık duyan, intihara eğilimli, umutsuz, yaşamaktan sıkılmış bir adam görüntüsü vermek ve işleri böylece kolaylaştırmak.
Ona verilecek ilacın adı bile belli olur bu arada: Azrailum Telefat! Hiç kimsenin gücünden şikâyetçi olmadığı, etkili ve bu etkisi garanti altına alınan bir karışım! Nam-ı diğer teneşir tabletleri.
Fütursuz kitap
Ne haplar ne alkol; ne intihara eğilimli olduğunu sanan saftirik asker kılıfı ne de Arapsavarlara direnen yiğitlerin telaşı' Karabilmemne'yi resmen salak bir halde kışla bahçesinde gören, yiğit ekibin akıl hocası çavuş Henri Pollak. Her şeyin sallandığı, Polak'ın sinirinin dağları taşları aştığı sahne. (Perec'in sinematografik anlatımının başarısı da diyebiliriz buna.)
Hangi trenle, ne zaman gittiği tam da belli olmayan; sevdalanmış ama ordunun kendisine aşıladığı disiplinle, gitmek istemediği Cezayir'e yollanan (ya da kendini akıntıya kaptıran) Karabilmemne'nin ağır mizahla yüklü hikâyesi. Perec'in destansı metni, alaycı hatta dozu yüksek iğneleyici anlatımla birleşince ortaya, hem absürd hem de yolundan sapmış; benzerine ancak yine Perec'te rastlanabilen bir roman çıkarmış.
Perec'in romanı, 1960'larda Fransa'yı kasıp kavuran Cezayir Savaşı ve Fransa'nın, Cezayir'de yaptıklarına ilişkin tartışmalara yergi dolu bir bakış. Perec bunu, savaşa karşı duran; ülkesi tarafından Cezayir'e yollanmayı reddeden bir askerin gözünden anlatıyor. Anlatırken, kendine özgü dilini korumayı ve olay örgüsünü yerli yersiz besleyen kimi sapaklara da girmeyi unutmuyor.
Öbür kitaplarında yaptığı gibi okuru silkeleyen fütursuz tavrı ve kitaba dalanların zihnini gıdıklayan bir yola girmesi, Perec'in, sevenlerini hüsrana uğratmayan bir roman kotarmasını sağlamış.