Nil Çalı, "Okunası Kitaplar", Mesele Dergisi, Ağustos 2010
Darbelerle ve yoksullukla terbiye edilen halklar birbirini iyi anlar. Çoğunlukla birbirlerinden habersiz de olsalar, aralarında, şiddet ve acıyla beslenen bir kardeşlik vardır. Bazen bir gazete kupürü, bir televizyon haberi ele verir bu kardeşliği, bazen de bir roman ya da film. Hikâye ve dil mekânı yerle bir eder, okura, “Ben bunları biliyorum, yaşadım, yaşadık” hissini verir. Şiddet elbette tartıya gelmez, mağdurda bıraktığı izle, açtığı yarayla ölçülür ama bu hissiyatın geçişkenliğini önlemez.
Chris Abani’nin yazdığı, Aysun Şişik’in çevirisiyle yayımlanan Graceland tam da yukarıdaki sava uygun bir roman. Mekân Nijerya, batı Afrika’da, hallice bir ülke ama ortadan bir okyanus bir de Akdeniz geçse de, konusu, dili ve sahiciliğiyle gelip Türkiyeli okuru da vuruyor. Ortada bir de Elvis Presley gibi bir “kral” varsa bu vuruş daha bir baş döndürüyor. Roman adını Presley’in Memphis’teki malikanesinden almakla kalmıyor, kahramanının adı da Elvis. Nijerya’nın eski başkenti Lagos’un varoşlarında yoksulluğu roman boyunca ya Elvis’in ya Bob Marley’in ya da ba?ka müzisyenlerin şarkıları havalandırıyor. Kahramanlar arasında bir ‘Kral’ da var, ama o rock’n roll değil, çöplerin ve intikamın kralı.
Elvis, “yeni dünya” saldırganlığının başladığı yetmişli yılların Nijerya’sına çocukluğunu teslim eden genç bir adam. Afikpo’da, küçük ama geleneklerin usulünce askeri yönetime kafa tuttuğu bir kasabada doğup büyüyor. Kendilerine ait küçük bir evde, büyücü ve İgbo kültürünün taşıyıcısı anneanne, kansere teslim olan bir anne, ilk cinsel uyarıyı yaşatan teyze, devlet memuru baba, kızına ve yeğenine yani Elvis’e tecavüz eden, ama hırsız oğlunu itibarı için öldürten amcayla birlikte yaşamanın sıkıntısını hayalleriyle atlatmaya çabalıyor. En büyük hayali ise iyi bir dansçı ve Elvis Presley kadar ünlü olmak... Yoksulluğun çeperini ancak ünle kırabileceğini erken keşfediyor çünkü, anneannesinden tırtıkladığı parayla dans kursuna yazılıyor.
Askerlerin iki darbe arasında vaat ettiği demokrasiye geçişe kanan, bununla da ölen karısının yarattığı boşluğu doldurma peşine düşen babası, seçilecek kadar zengin olmadığını bile bile görevinden ayrılıp da aday olunca hayatlarının akışı da değişiyor. Baba, seçimi kaybedince oğlunu da alıp Lagos’a, yoksulluğun merkezine göçüyor. Elvis bu yolculuğa içinde annesinin günlüğü olan tek bir heybeyle çıkıyor. Lagos’un gecekondu mahallelerinde, lağım farelerinin cirit attığı çöp yığınları, altından kanalizasyonun aktığı ahşap köprülerin birbirine bağladığı evlerin arasında dolaşırken, dans ederken, içerken, hatta işkence görürken heybesini hiç düşürmüyor omzundan. Okulu da bırakınca para kazanmak kaçınılmaz oluyor da, daha ikinci jigaloluğunda başı askerlerle derde giriyor. Sezinlediği, az buçuk tanık olduğu karanlık dünyanın içinde buluyor kendini, uyuşturucu ticaretine de bulaşıyor, organ mafyasına da. Elbette bu karanlık dünyanın patronları da askerler... Karanlıkta da aydınlıktaki ayrıksılığını saklayamıyor Elvis, yine ucuz kitap peşinde koşuyor, müzikle soluklanıyor, birkaç kuruşunu kendinden daha yoksullara yemek ısmarlamaya harcıyor. Kral’la da yolu işte böyle bir yoksulluğun paylaşımını sırasında tanışıyor. Askerlerden kaçarken onun ve müzik grubunun peşinde Nijerya’yı neredeyse baştan aşağı kat ediyor.
Elvis turne dönüşü yakalanıyor, ağır işkence görüyor, yine de çöplerin efendiliğinden sıkı bir muhalif lidere dönü?en Kral’ı ele vermiyor. Salı verildiğinde ise ne evini yerinde buluyor, ne babasının... Askerlerin ‘Ülkeyi Temizleme Operasyonu’, Türkiye’deki adıyla ‘kentsel dönüşüm projesi’ gettoları, barikatlar kurup karşı koymaya çalışan sakinleriyle birlikte yerle bir ediyor...
Sonra...
Yazar devletin şiddetiyle yoksulluğun gücü gücüne yetene uyguladığı şiddeti harmanlayıp soluksuz bıraktığı okuru kahramanlarının aldığı intikamlarla sakinleştirmeyi de deniyor.
348 sayfayı bitirip de kitabın arka kapağıyla baş başa kaldığınızda, Beyoğlu’nda, Kumkapı’da, ya da herhangi bir semtte, koluna taktığı onlarca saatle karşınıza çıkan Nijeryalılardan birinin peşine düşmeye niyetleniyorsunuz. Omzuna dokunup sorasınız geliyor:
–Elvis sen misin?