Birinci Bölüm’den, s. 18-20.
Lagos'un da zenginleri ve lüks semtleri vardı tabii; Elvis burada yaşamaya başladığından beri şehrin üçte birinin batıdaki zengin sayfiyelerden nakledilmiş gibi göründüğünü fark etmişti. Düzenli bahçelerin çevrelediği kahverengi kum taşından yapılmış güzel evler, geniş alanlara yayılan, beyaz ve toprak renginde İspanyol tarzı büyük çiftlikler, Frank Lloyd Wright tarzı zarif binalar, yeni ve yabancı arabalar vardı. Her şeyin bir kopyası vardı Lagos'ta, bu yüzden "Tek Kopya" takma adını hak ediyordu. Elvis bir keresinde bir gazetede, Nijerya'nın neredeyse dünyanın en çok milyonerine –yerel parayla değil, dolar olarak– sahip ülkesi olduğunu ve bunların çoğunun Lagos'ta yaşayıp, işlerini buradan yönettiklerini gururla ifade eden bir başyazı okumuştu. Yazar bu servetin yıllar içinde sahtekâr politikacıların, sabıkalı askerlerin, düzenbaz müteahhitlerin ve açgözlü petrol şirketi yöneticilerinin yardımları sayesinde oluşturulduğunu belirtmeyi unutmuştu. Ya da Nijerya'nın aynı zamanda yoksulluk oranı en yüksek ülkelerden biri olduğunu. Babası istatistikler hakkında ne demişti?
"Varsa marifetini, yoksa istatistikleri göster".
İki yıl önce Lagos'a geldiğinde on dört yaşında ve sefil bir haldeydi, kasabalı zihniyeti ve aksanı yüzünden dikkat çektiği okulda çevresine uyum sağlayamamıştı. Aslında çok bariz olmayan farklılıkları diğer çocukların gözüne batıyordu – okulda hiç kriket oynamamıştı, sinema hakkındaki bilgisi sonradan seslendirilmiş eski sessiz filmlerden ibaretti ve bildiği Amerikan laflarının tümü eski ve modası geçmiş sözlerdi. Diğer çocuklar "kıyak" ve "sağlam" gibi argo kelimeler kullanırken onun kelime hazinesi "Aksi şeytan," "Yeevet" ve "Kahrolası at hırsızları" gibi laflar içeren kovboy jargonuyla sınırlıydı.
Sonuç olarak okulu kırıp, vaktinin çoğunu oturdukları Maroko gettosundan çok uzak olmayan ıssız bir kumsalda geçirmeye başladı. Küçük radyosundan yayılan müziğin eşliğinde saatlerce dans numaralarını çalışıyordu. Başlarda kum hareketlerini sarsaklaştırıp yavaşlamasına sebep olmuştu. Ama figürleri akıcı bir hale gelene kadar inatla çalıştı. Sonradan düz zeminde dans ettiğinde uçar gibiydi. Kumsal, polisin kovaladığı evsiz dilencilerin sığınağıydı aynı zamanda; Elvis'e kibarca "cennete bir bilet" ister mi diye sorarlardı hep. Elvis marihuanayı her seferinde reddederdi ama koku sıcak havada asılı kalır, bir süre sonra çevresindeki gerçekliğe bütünüyle konsantre olmasını zorlaştırırdı.
Otobüsün arka tarafında yüksek sesle tartışan bir adam düşüncelerini bölerek Elvis'e ilk otobüs yolculuğunu hatırlattı. Lagos'a özgü bu otobüslerin parçalanıp dağılmasını engelleyen tek şey "sihir"di, zaten böylesine karmaşık bir araç Lagos'tan başka bir yerde icat edilemezdi. Otobüsün kasası Bedford serisindendi ve Britanya'dan ithal edilmişti. Gövdenin çerçevesi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yağmalanan Japon askeri kamyonlarından arta kalanlarla yapılmıştı. Ana gövde ise parçalanmış araba hurdalarından ve kullanılmayan çatı levhalarından oluşuyordu, yani şekle şemale sokulabilecek ya da uydurulabilecek her şeyden faydalanılmıştı. Sonunda ortaya, kanarya sarısı gövdesinden iki siyah şeridin geçtiği, gelişigüzel çatılmış sarı bir sardalye konservesini andıran bir araç çıkmıştı.
Otobüsler kırk dokuzu oturan, dokuzu ayakta olmak üzere elli sekiz yolcu taşıma kapasitesine sahipti ama çoğunlukla oturan yolcu sayısı altmışı, ayaktakiler ise yirmiyi bulurdu. İnsanlar yanlardan ve kapılardan dışarı doğru sarkarlardı. Hatta bazıları arka çamurluğun üzerinde durup portbagaja tutunurdu. Otobüsler yoğun trafikte zikzak çizerek o kadar hızlı giderdi ki yolcuların sağa sola çarpmasına, dışarı doğru sarkanların tehlikeli bir biçimde savrulmasına sebep olurlardı. Otobüsteki yaşlı bir adam Elvis'e, yoldaki ruhların otobüslerin etrafında dans ederek etine dolgun kurbanlar koparmaya çalıştıklarını söylemişti; dediğine göre bunu toprağın kutsallığını hiçe sayan yoldan öç almak için yapıyorlardı, zira yol onları köklerinden ayırıp korkutucu ve kafa karıştırıcı şehrin kaosu içinde kapana kıstırmıştı. Elvis bu ruhların belli bir yolu mu yoksa bütün yolları mı kendilerine mesken edindiklerini ya da neye benzediklerini hiçbir zaman bilemedi. Ama yaşlı adamın söyledikleri o kadar inandırıcıydı ki hiç unutmamıştı bu hikâyeyi.
Elvis esneyerek gözlerini kapadı ve başını otobüsün serin metal duvarına yasladı. Ön tarafta oturan bir adam aniden kalkıp, otobüsün tavanına gürültülü bir şekilde tak tak vurarak boğazını temizledi.
"Günaydın bayanlar baylar".
Tuhaf bir çınlama vardı sesinde.
"Bugün sizlere yeni bi ürün tanıtıcam, ürünümüzün adı Prasetmol. Her şeye iyi gelen bi ilaç, bunu aldığınızda ağrı, sızı, ateş hiçbi şeyiniz kalmaz. Kutusuna bakarsanız, son kullanma tarihi aralık seksen üçtür. Beyazların laboratuvarında çok uzun araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış bi ilaç bu. Yugoslavya'da üretiliyo. Orda buna narkotik diyolar, çok da pahalıya mal oluyo. Bu ilacın Nijerya'da tanıtılması için imalatçılar bizi seçti, Yıldız Reklam Ajansı'nı yani, merkezi Orile Lagos'ta. Bugün bu ilacı benden çok düşük fiyata alabilirsiniz. Tanıtım amaçlı olduğu için yirmi tabletlik bu paket yanlız bi naira. Eczanelere gidip sorun, orda üç naira. Hemen bi tane alın, hem ana babalar, hem çocuklar için..."
...