Yıldırım Türker, “Berger’la görmenin yolları”, Radikal, 24 Temmuz 2010
‘Suçlar unutulmamalı, belgelerini, kayıtlarını muhafaza etmeliyiz. Çünkü suçluların ilk işi bunları yok etmektir. Bu efendiler yalnızca masumları katletmekle kalmaz, hafızayı da yok ederler. Yeni dünya tiranlığına karşı yükselen muhalefete ilham vermesi için bu kayıtların tutulması şarttır. Silahlarla donanmış bu zorbalar askeri ya da ekonomik bütün savaşları kazanabilirler, ama adına iletişim savaşı dedikleri savaşı kaybettiler. Dünya kamuoyunun desteğini kazanamadılar. Gitgide daha çok insan HAYIR diyor. Bu yenilgileri zorbalıklarının sonu olacak, ama bu son kim bilir daha kaç trajedi, kaç istila ve felaketten sonra gelecek. Daha ne kadar yoksullaştıracaklar bizi? İşte kayda geçirmenin, delilleri muhafaza etmenin, hatırlamanın aciliyeti bundandır. İşledikleri suçlar unutulmayacak, her kıtada ağızdan ağza dolaşacak. Her geçen gün daha çok insan HAYIR diyecek. Bugün sevdiğimiz ve korumak istediğimiz şeylere EVET demenin önkoşulu budur.’
John Berger Irak Dünya Mahkemesi’ni bu sözlerle gerekçelendiriyordu.
Berger, bu dünyanın neresinde yaşıyor olursanız olun, akrabanızdır.
O, görmenin yollarını öğreten; görmek için, göstermek için gezen bir gezgindir. Fransa’da bir köyde yaşar. Köylülüğün saf ışığıyla beslenir bir yandan da. Yazardır, şairdir, ressamdır, sanat eleştirmenidir, yaşayan en güçlü düşünürlerden biridir. Ama onun da ötesinde bütün dünyayı kendi tarlasıymış gibi kaygıyla izleyen bir çiftçidir. Bugün onun 2001 Kasım’ında yazmış olduğu bir denemeyi birlikte okuyalım istiyorum. Kıymetini Bil Herşeyin adlı kitabından. Beril Eyüboğlu’nun mükemmel Türkçesiyle. Kanımca tam zamanıdır.
Adı ‘Umutsuzluğun Yedi Katmanı’.
“Sadece bir hikâye anlatıcısı olarak gündemdeki tartışmaya kısaca bazı görüşlerimi eklemek istiyorum.
Yegâne Süper Güç olmak, askeri istihbarat stratejisini baltalar. Stratejik düşünce, insanın kendisini düşmanı yerine koymasını gerektirir.
O zaman ileriyi görmek, aldatıcı eylemlerde bulunmak, karşısındakini gafil avlamak vb. mümkün olabilir. Düşmanı yanlış değerlendirmek uzun vadede yenilgiye, insanın kendi yenilgisine yol açar. İmparatorluklar kimi zaman bu yüzden çöker.
Günümüzün en can alıcı sorusu şudur: bir dünya teröristini yaratan koşullar nelerdir, daha da ileri gidecek olursak, nasıl intihar şehidi olunur? (Burada adsız gönüllülerden söz ediyorum: Terörist şefler ayrı hikâye.) Teröristin mayasında her şeyden önce bir tür umutsuzluk vardır. Ya da daha kesin ifade edecek olursak, bir aşkınlık, kendi hayatını sunarak umutsuzluğa bir anlam kazandırma derdi.
İntihar terimi bu nedenle bir bakıma yakışıksız kaçar; zira aşkınlık şehide bir zafer kazandığı duygusu verir. Nefret ettiği varsayılanlara karşı kazanılmış bir zafer mi? Pek emin değilim. Belirli bir umutsuzluğun derinliğinden hasıl olan edilgenlik, burukluk ve anlamsızlık duygusunun alt edilmesinin zaferidir bu.
Birinci Dünya’nın bu türden bir umutsuzluğu tahayyül etmesi zordur. Görece varsıl olmasından dolayı değil aslında (varsıllık da kendine özgü umutsuzluklara vesile olur), nedeni Birinci Dünya’nın aklının durmadan başka yerlere çekilmesi ve dikkatinin dağılmasıdır. Benim sözünü ettiğim umutsuzluk insanları tek bir amaca odaklanmak zorunda bırakan, katlanılması ağır koşullardan kaynaklanıyor. On yıllarca mülteci kamplarında yaşamak, örneğin.
Peki, bu umutsuzluk neyi içeriyor?
Kendi hayatınızın ve yakınlarınızın hayatının hiçe sayıldığı duygusunu. Bu duygunun değişik katmanlarda hissedilmesi sonuçta onu bütüncül kılıyor. Öyle ki, totaliter bir nitelik kazanarak şiddetten başka çıkış yolu bırakmıyor.
Aramak her sabah,
kırıntıları bulmaya çalışmak
bir gün daha yaşamayı sağlayacak./
Bilmek uyandığında
bu yasal çölde
hiçbir hakkın olmadığını./
Tecrübe etmek yıllar yılı
hiçbir şeyin iyiye gitmediğini
yalnız kötülediğini./
Ezikliğini duymak
neredeyse hiçbir şeyi değiştirememenin
ve sarılmak bu “neredeyse”ye
Hep başka bir çıkmaza götüren./
Dinlemek binlerce vaadi
senin ve sevdiklerinin yanından
dönmemecesine geçip giden./
Görmek bombalarla unufak edilmeye
direnenlerin sunduğu örneği.
Hissetmek katledilen yakınlarının ağırlığını,
bir ağırlık ki örter
masumiyeti sonsuza dek
öyle çok ki ölüler...
Umutsuzluğun her biri haftanın bir gününe denk gelenyedi katmanıdır bunlar; daha gözü pek olanlar, dünyayı içinde bulunduğu duruma iten güçlere karşı savaşmanın kendi hayatlarını feda etmek olduğunu keşfeder, topyekun bir uyanışa önayak olacak, umutsuzluktan aşkın yegane yoldur bu.
Bu türden bir umutsuzluğu tasavvur edemeyen siyasi önderlerin planlayacağı herhangi bir strateji başarısızlıkla sonuçlanacak, üstelik düşman sayısını giderek daha da artıracaktır.”