| ISBN13 978-975-342-713-5 | 13x19,5 cm, 152 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | A'dan X'e, 2008 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Behçet Çelik, “Hiçleştirmeye karşı sürekliliği korumak”, Star Kitap Eki, 3 Temmuz 2009 Kıymetini Bil Herşeyin, ‘Hayata Tutunma ve Direnişe Dair Notlar’ alt başlığını taşıyor. Bu alt başlık, ölümle burun buruna yaşayan, yaşayabilmek için de direnmek zorunda olan insanlar ve halklar hakkında kaleme alınmış yazılarla karşılaşacağımızı duyuruyor. Peki, kimlerdir bu durumda olanlar? Yıllardır savaşlarla iç içe yaşanan yerler gelebilir aklımıza ilk başta. Berger’ın Filistin ve Irak’taki direnişler hakkında kaleme aldığı yazılar da bunu doğruluyor. Öte yandan, Berger’ın dikkatimizi çektiği daha kalabalık insan toplulukları da var: Yoksullar. Bu nedenle, Berger’ın direnişe dair notları sadece işgalci devlet ya da devletlere karşı bir tutum alma çağrısı değil, aynı zamanda bu işgalci devletlerin çıkarlarının aslında kimlerin çıkarı olduğunu görüp onlara karşı da tutum alma çağrısı. Bağdat’ın düştüğü günlerde kaleme aldığı ‘Korkuyu Tasavvur Edelim’ başlıklı yazıda ‘ABD çıkarları’ teriminin gerçek anlamını vurgulama ihtiyacı duyması da bundan. ‘ABD’nin yoksul ve varsıl vatandaşlarının doğrudan çıkarları değil, çoğu zaman ABD sermayeli ve gerektiğinde ABD güçlerince savunulan en yaygın çok uluslu şirketlerin çıkarlarıdır söz konusu olan.’ Şeylerin adı doğru konmalı Türkiyeli okurlar John Berger’ı seksenlerin ortalarında yayınlanan Görme Biçimleri ile tanımıştı. Bu kitapta, her imgede bir görme biçimi saklı olduğu, –‘bakmanın bir seçme edimi’ olduğu– resim sanatından reklamlara pek çok örnek üzerinden anlatılır. Görüntülerin, imgelerin neler gösterirken neleri sakladığını anlatan eşsiz bir kitaptır Görme Biçimleri. Resimle ve başka görsel sanatlarla ilgili çalışmalarında esas olarak yaptığı da bu olmuştur Berger’ın. Düzyazılarında da benzer bir şeyin peşindedir – dilin, sözcüklerin anlamlarının nasıl tersyüz edildiğine de sıklıkla değinir. ABD’nin Irak’a saldırmaya karar verdiği günlerde yazdığı ‘Neredeyiz?’ başlıklı yazıda da bu noktaya dikkat çekiyor: ‘Bizlerin insanca yaşaması ve ölmesi için şeylerin adının doğru konulması gerekli. Sözcüklerimizi yeniden sahiplenelim.’ Kıymetini Bil Herşeyin’deki yazılarda yaptığı da bu aslında. Günümüzde dünyanın dört bir yanında çekilen ‘ıstırap’ların gerçek nedenlerinin neler olduğunu ve gezegende neler olup bittiğini anlama çabası. Egemenlerin neleri çarpıttığını görebilmemiz için, Berger bize yeni bir görme biçimi sunuyor. Olanları kavramaya çalışırken farklı disiplinlerin sadece kendi uzmanlıklarına dayanan ‘görme biçimleri’nin yerine –çoğu zaman bu kısmi bakış olan bitenin kavranmamasına hizmet etmektedir– bütüncül bir ‘görme biçimi’ önerir: ‘Olan biteni kavrayabilmek için kurumsal olarak ayrı tutulan ‘alanları’ birbirine bağlayacak disiplinlerarası bir vizyona ihtiyaç’ olduğunu belirttikten sonra bu vizyonun siyasi olmasının kaçınılmazlığını vurguluyor. Berger’a göre, ‘küresel çapta siyasi görüş sahibi olmanın önkoşulu ise, gereksiz yere çekilen ıstırapların ortak olduğunu görmektir.’ Berger, dünyanın dört bir yanındaki insanların ortak ıstıraplarından söz ettiği yazıların çoğunda yerinden yurdundan edilme konusuna özel bir önem veriyor. Kitabın girişinde şöyle diyor: ‘Göç, tüm dünyada hayatta kalmanın başlıca çaresi oldu günümüzde.’ Ne var ki hayatta kalma uğruna pek çok şeylerini yitirmektedir mülteciler. Bir zamanlar anavatanlarında en azından çocuklarını doyurmaya yeten şeyler vardır. Bunu da yitirince göç kaçınılmaz olmuştur. Bu yeni durumu ‘yeni kapitalizmin yoksulluğu’ olarak tanımlayan Berger, günümüzdeki küresel kaosun anahtar teriminin de yer değiştirme ya da yeni bir yer belirleme olduğuna dikkat çekiyor. Bu, sadece sermayenin emeğin ucuz ve daha kolay sömürülebilir olduğu yerlere kolayca gidebilmesi anlamına gelmemektedir, ‘dünyanın tek bir akışkan piyasa haline gelmesi için şimdiye kadar bilinen belli başlı sabit yerlerin özgüvenini ve saygınlığını sarsma hayalidir’ aynı zamanda. Bunun sonucunda insanlar artık yaşadıkları ya da öldükleri yerle değil, ‘kasaya ödeme yaptıkları’ yerle tanımlanmaktadır. ‘Terörle mücadele’ İsrail’in Ramallah’ı kuşatıldığı günlerde yazdığı yazıda da İsrail’in aldığı önlemleri ‘terörle mücadele’ olarak tanımlamasının aldatıcılığını deşifre eder. ‘Boğucu egemenliğin esas amacı, yerli halkın zamanın ve uzamın sürekliliği konusundaki duyarlılığını yok etmek suretiyle ya topraklarını terk etmesini ya da sözleşmeli hizmetkârlar durumuna düşmesini sağlamaktır.’ İşgalcinin de, kapitalistin de insanlardaki zaman ve uzam algısıyla bir sorunları olduğu, insanları ‘hiçleştirme’ye dayalı stratejilerle ilerledikleri çok açıktır. ‘Duvarlara Karşı Durmanın On Yolu’nda Rus yazarı Platanov’un 1920’lerde kullandığı ‘yoksul ruhlar’ teriminin modern yoksulluğa denk düştüğünü belirtir. Şöyle tanımlar ‘yoksul ruhlar’ı: ‘Varları yokları ellerinden alınıp da içlerinde uçsuz bucaksız bir boşluk oluşan ve bu boşlukta ruhlarından, yani sadece hissetme ve acı çekme yeteneklerinden başka bir şeyleri kalmayanlar.’ Direniş de, hayata tutunmak da tam bu noktada, çekilen ıstırapların ve bu ıstırapların dünyanın dört bir yanındaki insanların ortak ıstırapları olduğunun farkına varılmasıyla başlamaktadır. ‘Hiçleştirme’ye karşı ‘sürekliliğe’ duyulan inançla, çocuklara duyulan sevgiyle. Sadece bunlar değildir elbette. Yoksullar hikáyeler anlatarak da direnmektedirler. ‘Hikáyeler bir anlamda adaletin her an tecelli edeceği inancının paylaşılmasıdır. (...) Tüm hikâyeler bir bakıma [tiranların] iktidarının yıkılışına dairdir.’ Arzu duymak da bir başka direniştir. ‘Arzu karşılıklı olduğunda, dünyanın gidişini belirleyen tüm öteki anlaşmalara meydan okuyan ya da direnen iki kişilik bir sözleşmedir. İki kişinin komplosudur.’ Berger, günümüzün tiranlarına inat zaman ve uzam konusundaki süreklilik duygumuzu yitirmememizi sağlayan her şeyin kıymetini bilmeye çağırıyor bizi. Direnmeye ve hayata tutunmaya... |