Sabri Çuha, "Yüzüklerin Efendisi", kara mecmuA, 2002
"Güzel bir kitap okudum" veya "güzel bir film izledim" demek için kullandığnız kriterler nelerdir? O kitabın ya da filmin sizi içine alıp bambaşka bir gerçeklik içinde bir süre dolaştırıp sonra da "keşke bitmeseydi" duygusuyla koltuğunuza geri bırakması mı? Eğer kriteriniz bu ise, doğrudur, Yüzüklerin Efendisi kitabı ve filmi güzeldir. Ama bence kriter olarak bundan daha fazlasına ihtiyacımız var; çünkü bir eserin "başarısı" ardında büyük kötülükler barınabilir.
Özellikle fantastik edebiyatın kilometre taşı olarak kabul edilen Yüzüklerin Efendisi kitabı ve yıllar sonra onun sinemaya uyarlanması bu açıdan incelenmeye değer. Bu inceleme, eleştirel yaklaşımı fantastik edebiyatın, fantastik çizgi romanların ve fantastik sinemanın diğer örneklerine de uygulamak üzere bize bir yöntem sunabilir.
Ben kitabı Metis Yayınları tarafından ilk yayınlandığı zaman okudum. … Hakkını vermek gerekir ki, J.R.R. Tolkien usta bir yazardır (toprağı bol olsun). Ortaya çıkardığı yapıt görkemli ve inceliklidir.
Görkemli ve incelikli yapıtlar bize nüfuz ederler; daha doğrusu nüfuz edebildikleri ölçüde görkemli ve incelikli olurlar. Bu yapıtların içimizde bıraktıkları/yarattıkları hislerin nitelikleri ise ayrı bir şeydir. Bir eseri güzel kılan onun sadece nüfuz etme başarısı mıdır?
Bence hayır; içimizde bıraktıkları şeylerin niteliği de önemlidir. Bir sanat eseri hakkında fikir oluştururken bu subjektif kriteri gözden uzak tutamayız. Yüzüklerin Efendisi kitabının ana temalarını hatırlamaya çalışalım. Önce bizi olumlanan bir sosyal ortam karışıyor: Hobbit ülkesi. Bu ülke barış, huzur dolu bir yerdir. Yeşil çayırları, küçük ama hayatın tüm zevklerini sunan barınakları, sevimli kısa boylu neşe dolu sakinleri ile bir "cennet ülke". Burda bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Fantastik edebiyatın taşıyıcı sütunlarından biri olan ve kitabın devamında da tutarlı bir şekilde yer alacak bir "denklik" kurmuştur Tolkien: her ülkenin farklı bir sosyal ortamı vardır ve her ülkenin sakinleri de buna uyumlu şekilde fizyolojik olarak farklıdır; hatta diyebiliriz ki farklı türlerdir. Birbirinden tamamen farklı türlerin tümüyle "insansı" temellerini korumaları, fantastik sanatın çok kullandığı bir özellik olmuştur. Ama işte bu denklik şunu söylüyor: aynı dünyayı paylaşarak farklı değerleri temsil eden bu varlıklar hem insan hem farklı türlerdir. Bu bana bir şeyi hatırlatıyor: Irkların fizyonomik farklılıklarını sahip oldukları değerlerdeki farklılıkla, hatta yalınkat iyilik ve kötülükle bağdaştırmak yani ırkçılık. Tolkien bence daha da ileri gidiyor: bu farklı ırkların herbirini sınırları belli ülkelere paylaştırıyor: buna da en koyusundan milliyetçilik demeyeceğiz de ne diyeceğiz? Ortaya Nasyonal Rasist gibi enteresan bir kombinasyon çıkıyor.
Oysa kitabın tümüne bakınca, bir çok eleştirmenle aynı kanıyı paylaşmamak mümkün değil: Yüzüklerin Efendisi bir II. Dünya Savaşı eğretilemesi gibidir ve bu eğretilemede Naziler (Nasyonal Sosyalistler) kötülerle özdeşleştirilmiştir. Bu durum yukardaki analizi çökertir mi? Hayır. Bir insan hem nasyonalist, hem ırkçı hem de Nazilere karşı olabilir; eğer Alman değilse. Tolkien de Alman değildir; II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere'dedir ve aslen Güney Afrika'lıdır. Elbette ki Güney Afrikalı olması bizi Tolkienleştirmesin, yani buna dayanarak onun bir ırkçı olduğunu iddia edemeyiz ama ırkçılığın gündelik hayatın bu derece içine sinmiş olduğu bir ülkede yaşamak, insanı ırkçılık konusunda olumlu veya olumsuz bir saf tutmaya itecektir kuşkusuz. Tolkien'nin ırkçılık karşısında bir tutum takındığı yönünde hiç bir emare bulamadım Yüzüklerin Efendisi'nde. Devam edelim; hatırladığım ikinci tema Frodo'nun üstlendiği önemli görev. Diyebiliriz ki o dünyanın kaderi Frodo'nun elindedir. Yani Frodo bir "misyon" sahibidir. Dünyayı kurtarma misyonu sahibi kahramanlar, fantastik edebiyatta çok rastlanılan başka bir öğedir. Ama sadece orda değil, başka yerlerde de bu öğeye sık rastlarız: militarizmde. Zaten kitap, hem hacimsel hem vurgu anlamında bir macera kitabı olduğu kadar –belki de daha fazla– bir savaş kitabıdır. Yüzüklerin Efendisi'nin en yoğun teması savaştır. Tolkien savaşa nasıl yaklaşır? Bir kere bu bir misyon savaşıdır, yani gerekli, meşru, kaçınılmaz ve bu bağlamda da olumlu. Kitapta savaşlar teknik, taktik, stratejik detaylarıyla, kahramanlık öyküleriyle, kitlesel coşkusuyla soluk soluğa okunacak şekilde anlatılmıştır. Neredeyse bizi o savaşa katılmaya davet etmektedir. Üstelik bu öyle bir savaştır ki, "iyi" ve "kötü" en yoğun halleriyle karşı karşıya gelirler. "iyi ordu" en küçük rütbelisine kadar iyi, "kötü ordu" tabir caizse "tırnaklarının ucuna kadar kötü"dür. Bu ne manaya geliyor? Ne yazık ki korkunç bir manaya: GENOSİT. Düşünün ki iki ulus savaşıyor; bir taraf yayılmacı yani kötü, diğer taraf da meşru müdafa halinde yani iyi. Örnek olarak Vietnamlıları ve Amerikalıları alalım. Tolkien'in eseri bu durumu şöyle yorumluyor: Eğer Vietnamlılar iyi ise, kötü Amerikalıları beşikteki bebeklerine kadar öldürme hakkına hatta misyonuna sahiptir. Yani tıpkı Mordor gibi, Amerikalı deniz piyadelerini o topraklara sürükleyen şey merkezi iktidar değil, her Amerikalının kanındaki alyuvarlara bile sinmiş olan katıksız kötülüktür. Bu nedenle Tolkien'in savaşı, kötülerin yalnızca liderinin iktidardan düşürülmesi ile değil, ne kadar Mordorlu varsa hepsinin yokedilmesi ile kazanılabilir.
Tolkien'e fazla yüklendiğimi düşünüyorsanız, sabredin; daha bitmedi. Yüzüklerin Efendisi'nde kaç tane kadın hatırlıyorsunuz? Ben bir Elf Kraliçesi, bir de erkek gibi savaşan soylu bir kadın hatırlıyorum. Yani bu kitabın kapıları sadece erkeklere denk bir güce sahip olan kadınlara açılıyor; kontenjanı da çok sınırlı. Üstelik bunca farklı "tür" insansı yaratık ince ince tasvir edilip anlatılıyor ama bunların nasıl ürediğine dair en ufak bir anlatı bulamıyoruz. Tolkien kadın olarak davranan kadınları bu erkek dünyaya layık görmediği için olsa gerek, seksten bahsetmeyi hiç sevmiyor. Bence bu kitabın yazarı gerçek bir seksisttir. Bu ve daha bahsetmediğimiz diğer nedenlerle (gücü yüceltme, sadakat vb.) ben, Yüzüklerin Efendisi kitabının ve ne kadar ustalıkla yapılmış olursa olsun aynı isimli filminin, "kötü" olduğunu düşünüyorum.
Sanıyorum sanat eserlerine bu tür bir yaklaşım gereklidir ve sanatı herşeyden kopuk apayrı bir kategori olarak niteleyen kapitalist sisteme karşı yürütülmesi gereken mücadelenin bir metodudur; hele hele sinemanın en büyük manipülasyon araçlarından biri haline getirildiği bu çağda.