Gonca Özmen, “Çorak dünyamızda ‘Soğuk Kazı’ ”, Radikal Kitap Eki, 9 Nisan 2010
Hüseyin Ferhad’ın “80 sonrası şiir lisanımızın bir hafıza etüdüdür, bir fezlekesi” dediği Birhan Keskin, ‘ben’inin derinliklerinde başlattığı kazısını, yeni yayımlanan kitabı Soğuk Kazı ile dış dünyada sürdürüyor. Üç bölüm altında toplanmış 37 şiirin bulunduğu Soğuk Kazı’nın, kitapla aynı adı taşıyan son bölümü, tek bir düzyazı şiirden oluşuyor ve çarpıcı içeriği, yinelemeleri, deneyselliği yanında tipografik basımıyla da oldukça dikkati çekiyor.
Yeryüzüne dikkatle bakan, olup biteni her türlü koşullandırılmanın dışında kalarak görebilen Keskin, doğal ve toplumsal çevresindeki, insanlardaki olumsuz değişimlerden duyduğu rahatsızlığı, kaygılarını, yakınmalarını ve ruhsal çatışmalarını dillendiriyor bu kitabında da. Dünyadaki soğumayı-katılaşmayı, insanların acımasızlığını-vicdansızlığını ve vahşetini sorunsallaştırıyor. Şiirleriyle, coğrafi çevresini penguenler ve buzullar bölgelerine; toplumsal çevresini de ‘pıtraklı memleket’inin İstanbul’undan Bağdat’lara Gazze’lere kadar genişletiyor.
Birhan Keskin şiirinde, birinci tekil şahsın tekdüze olmayan sesini duyarız. Kendine özgü duyarlığıyla okuyanı derinden etkileyen lirik şiirlerinde; içine kapanmış bir ben değildir konuşan ya da anlatan. Bu bağlamda Mehmet Taner, “...kendi trüklerini kendi üreten, kendi ‘davul’unu çalan bir şiir bu. O nedenle de bıçkın. Bıçkın olmasıyla birlikte, kişisel olduğu için de narin. Ancak bu narin yapı, gibici kişisellikten uzak olduğu için zaaf değil güç üretiyor” saptamasında bulunur.
Berk’e göre ise yazdıkları üstüne başına benzeyen ender şairlerdendir Keskin. Yazdıklarında içtendir; duygularının doğallığına ve acısının gerçekliğine inandırır okuru. Yaşantısı; şiirinin havasını, tonunu etkiler. Bazen dingin ve uyumludur; bazen huzursuz, öfkeli ve isyankâr. Otobiyografik yansımalar yönünden zengin olan şiirlerinde, tıpkı yaşamındaki gibi inişler ve çıkışlar görülür; mırıldanır, susar, bağırır. Kitaplarından 20 Lak Tablet ruhsal çatışmalarını, kararsızlık ve çıkmazlarını ortaya koyarken; Yeryüzü Halleri ve Ba’da dinginliği, Y’ol’da aşk ve ayrılık acılarını, öfkeyi duyumsarız. Çoğu zaman, kendi kendine konuşur gibi anlatır. Şiirin sakin ritmi, dinginliği bazen bir ünlemle bozulur; bir haykırışla bölünür. Zaman zaman sert bir tonda yazdığı için bağışlanmasını istediği bile olur.
Yalın, ancak derinlikli bir dili, doğal ve rahat bir söyleyişi vardır. Derindekileri yüzeye doğru, yüzeydekileri derine doğru yankılandırır. Derdini, içindekileri anlatmayı, anlaşılmayı amaçlar. Bu nedenle şiirde kapalılık ya da anlamsızlık taraftarı değildir. Günlük dili, o dildeki deyimleri, atasözlerini, türküleri şiirine kattığı olur. Zaman zaman halk ağzı söyleyiş ve sözcüklere, argoda geçen kullanımlara yer vererek lirik akışı değiştirir. Böylece konuşma/iletişim diliyle şiirine canlılık kazandırır; tekdüzeliği engeller ve şairanelikten kaçınmış olur.
İnsanlığın aldığı yol ‘bir arpa boyudur’
Kendinden, bedeninden, ruhundan, yaşadıklarından, acılarından, uyumsuzluğundan ve yalnızlığından yola çıkan şair; dünyayı, yaşamı, insanı anlamaya, insan olmanın hallerine, insanda trajik olana uzanır Soğuk Kazı’da da. Doğadaki sonsuzluğa rağmen, insanın ölümlü oluşunu, güçsüzlüğünü, çaresizliğini, çatışmalarını sorgular; bu vahşi zamanı/çağı eleştirir. Bilim ve teknikteki tüm ilerlemelere karşın, dünyada olup bitenlere, savaşlara, soykırımlara, terör ve cinayetlere, taciz ve tecavüzlere, insanlar arası ilişkilerdeki soğukluğa, doğadaki katliam ve kirlenmelere baktığında; var olan gerçeklik hiç de siyasilerin söylediği ya da medyanın gösterdiği gibi renkli gelmez ona. O nedenle başlangıçtan bugüne insanlığın aldığı yol “bir arpa boyu”dur onun için.
Doğayı, dünyayı, çağını, yaşamı, insanları bugünkü haliyle anlamakta zorlanan şair, onlarla çatışmaya girer. Doğadaki çeşitlilik içinde var olan birlik, bütünlük ve uyuma karşılık; toplumda, kendinde, aşkta gördüğü karmaşa, parçalanma, yapaylık, yalan, soğuma ve katılıktan acı duyar. Tıpkı ölen insanların bedenlerinin ve yanardağ ağızlarında biriken lavların soğuyup katılaşmaları gibi; bedenin soğumasından dünyadaki soğumaya, katılaşmaya, duyarsızlaşmaya geçişin sancılarını sezinletir. ‘Vicdan’, ‘Bağdat’, ‘Gazze’ ve ‘Katı’ şiirlerinin arka arkaya dizilişi, son şiirin ise “Ve katılaşıyor dünya giderek.” diye bitmesi bir yoruma gerek duyulmayacak denli net şeyler anlatır. İnsana saygıyı odağa alarak aldatmaya, yalana dayalı, her şeyi metalaştıran ticarete cephe alır şair. Ona göre, “Artık her şey tüccarların elinde”dir.
‘Bağdat’ şiirinde, “Ah ve figan”ın olmadığı, dalın kırılmadığı, kökün kendisine küsmediği, aerodinamik ve kuantumun bilinmediği, yuvaların yıkılmadığı, çocukların öldürülmediği günlerden söz eder ve emperyalizmin toplumdaki mezhep ayrılıklarını körükleyip kardeşi kardeşe düşman etmesinden, giderek katılaşıyor dediği dünyada çektiği ağrıyı, acıyı, savaşları, ölümleri ve yoksulluğu, bunların yarattığı bunalımı, gerilimi yansıtır. Gazze’deki saldırılara, ölümlere, vurulan çocuklara değinir; “kanlı dünya”da yurtlarından edilen Filistinlilerin diliyle konuşur. Bin “Ah”ın bile zalimlerin zulmünü kesmediğini, bu yüzden duygu/ruh dünyasının delik deşik olduğunu belirtir; “Alt üst edilmiş cümleyim ben” der. İktidarın ücretsiz ders kitapları dağıtarak egemen kültürü sürdürmeye çalıştığı günümüz Türkiye’sinde, o da ‘Ücretsiz dert kitabı’ şiiriyle; ellerinde selpaklar soğukta üşüyen, “yarım çocukluk, tuğlasız gençlik” yaşayan ve para kazanmaya çalışan çocukları taşır dizelerine. Kirli sokaklardaki hayatı kaymış, insan yerine konulmadıkları için yüzlerine bakılmayan tinercilerin diliyle seslenir başka bir şiirinde. Onların tarafını seçer. Öylesine duyarlıdır ki “Kederlerini önüne yol yapıp gidenler”in yanı sıra bir taşın ağrısını bile kendinin kılar. Akşam, gece, karanlık, mağara, koyu keder, siyah su gibi sözcüklerle oluşturduğu şiirsel atmosferde, anlamsal yoğunluğu çoğu zaman karamsarlık üzerine kurduğu görülür.
Kitabın en çarpıcı şiirlerinden ‘Jospi’de ise insanları birbirlerine verdikleri sözleri tutmayan, ayrılıktan sonra hiçbir şey olmamışçasına davranan medeniler ve barbarlar olarak ikiye ayırır. “Boktan” dediği dünyada adaletsiz, vicdansızca davranan günümüz insanının yaptıklarına bakarak; saflıkları ve doğallıklarıyla barbarları, barbar olmayı yeğler. Dünyanın buzullarını, insanların ağrısını, acısını; bedenlerdeki soğukluğu, kalplerdeki “buz kesiği”ni, “yüzlerinde kırağı” dolaşanları gündeme getiren şair, bu ortamdaki Soğuk Kazı çalışmasıyla derinlere inmeyi, insani olanı bulmayı amaçlar. Bu yüzden kitabını, arkadaşlığa ve arkadaşlarına adaması oldukça anlamlıdır.
Bu kötü koşullarda yazdıklarıyla insani özü arar Keskin. Bu bağlamda ‘Soğuk Kazı’ şiirini iki kişiden milyarlarca kişiye, iki kişinin sorunlarından insanlığınkine genişletmek olanaklıdır. “Birbirimize baka baka...” insani niteliklerimizden çok şeyi yitirdiğimizi; sıcaklığımızı, vicdanımızı kaybettiğimizi; çıkarcılık, bencilleşme, yalnızlaşma, ihanet yönünde bir değişime uğradığımızı vurgular. Doğanın bir parçası olarak ona eklemlenmeyi, onunla özdeşleşmeyi isteyen şair, doğal olana, içtenliğe, sıcaklığa özlemini inatla dile getirir. Belki de Soğuk Kazı’daki asıl amacı bunları bulmayı arzulaması; gelip geçiciliğiyle yalan ya da bir hiç sayılabilecek, dikenli, taş yürekli dünyanın “katı huyu”nu değiştirmeyi istemesidir. Kendi içinden başlayarak yeryüzünü dolaşan şairin; öfke, isyan, hayal kırıklıkları ve umutla gerçekleştirdiği bu kazıların sonucu da kitaptaki yetkin şiirlerdir.
Gazze
Senden kalkıp başka ellere gidemem.
Rüzgâr ve kuytu,
Yağmur ve uykuyduk birbirimize
Aklına geldikçe viran teknelerinde
sev beni.
Gazze’de hava bulutlu on yedi derece,
Nem yüzde 16, rüzgâr saatte 13 kilometre.
Saldırıda ondukuzuncu gün, yirminci gece.
Ölü sayısı binin üstünde, yaralı binlerce.
Şimdi önüme dört çöl fotoğrafı koydum.
Dört mecaz olsun diye serin, kanlı dünyaya
Duygusal konuşmak için şairler var diyor,
Okkadar dallama birileri tv’de Gazze üstüne
Yağmurda karda doluda iki kere sev beni,
Altüst edilmiş cümleyim ben senin elinde
Zalimin rişte-i ikbalini bin ah bile bazen
Kesmiyor, gördün işte, delik deşiğim ben.
Naylonlara bezlere sarmışlar, büyümeden...
Büyümeden allahım bakamam,
bakamam onlara... onlar mermiden,,,
Bu çocuklar korrrrrrrrkunç
Vurulmuş allahım.
İnsan; insan ne ki,
Şeytanın bacağı kırık kalıyor
İnsan derken.