Gişe Önünde, s. 11-19.
Ortaokul sıralarımdan iki defter anımsıyorum: Biri kırmızı, diğeri lacivert, naylon kapaklı, kenarları beyaz spiral telli iki defter. Her ikisinin de başlığı, "Gördüğüm Filmler"di. Birine yerli filmleri, diğerine yabancı filmleri yazıyor, dönemin kimi gazete ve dergilerinden görüp özendiğim gibi filmlere birden beşe kadar "yıldız" veriyordum. Gene onlara özenen görsel bir düzen içinde hazırladığım defterlerin her bir sayfasında, gördüğüm filmlerin adı, oyuncuları, yönetmeni, senaristi, görüntü yönetmeni ve konusu yer alıyor, altlarına da gazete ve dergilerde okuduklarımdan öğrendiğim "bir eleştirmen üslubuyla" film hakkındaki görüşlerimi belirtiyordum. Galiba sinemayla ilgili olarak, ilk düzenli yazılarım onlardır. Sinema üzerine "yazarak düşünmeye" onlarla başladım; seyrettiklerimi anlamada ve anlamlandırmada, o zamanlar adını koymamış olsam da, "film okuması"na giden yolu bana onlar açmıştır. Seyrettiğini anımsamanın, gördüklerini bir kez daha gözden geçirmenin, ilk seyir anında gözünden kaçanları, düşünürken yakalamanın tadına ilk o yazılar sayesinde vardım. Anlamlandırmada, adlandırmada yazmanın ve yazının gücünü keşfettim. Gördüklerimizin ancak düşündükçe "görülür" olduklarını böyle öğrendim.
Ailecek Mardin ile Ankara arasında mekik dokuyarak savrulduğumuz yıllardı. O kargaşada şimdi içimi sızlatan o defterlere ne oldu, hiç bilmiyorum.
Sonradan kaç kitap yazsanız da, ilk gençliğin bazı defterlerini geri getiremiyorsunuz.
Önce artistleri severiz, sonra sinemayı. Bana da öyle oldu. Sinemayı hep sevdim. Tutkuyla sevdim. Sinemayı sevmek kolaydır. Zor olan edebiyatı sevmektir. Edebiyat sevenlerin sevdikleri sinemaysa, sanki daha farklı, daha hakiki bir sinemadır. İyi edebiyatı sevenler, sinemayı edebiyata benzetmeye çalışmazlar, edebiyattan alacaklarını almaktadırlar zaten. Sinemayı, sinema olduğu için severler; farklı bir dille konuştuğunun bilinciyle severler. Sinema yaparken edebiyata benzetmeye çalışan ya da sinema, ancak edebiyata benzediğinde sevenler edebiyatı da kötü sevenlerdir.
Oysa sinema da, edebiyat da, "ehil ellerde" disiplinlerarası ilişkiler bağlamında birbirlerinden nasıl yararlanacaklarını, birbirlerinden ne alıp ne vereceklerini; nerede birbirine benzeyip nerede benzemeyeceklerini, nerede melezleşip geleceğe doğru yol alacaklarını iyi bilirler.
Sinema üstüne ilk imzalı yazılarım, daha çok tek tek filmler üzerine yazdığım alışılageldik film eleştirisi tarzında olmuştur. 1977' de ben henüz üniversite öğrencisiyken, Ankara'da yayımlanan ve o dönemin popüler "Haftalık siyasi aktüalite dergisi" olan 7 Gün'de bu çeşit yazılar yazdıktan tam on yıl sonra, 1987 yılında o sıra yayın hayatına yeni atılan Söz gazetesinin, editörlüğünü yaptığım "Kültür-Sanat sayfası"nda –biraz da zorunluluktan– yeniden film eleştirileri yazmaya başladım. Oysa ben, sinema üstüne yazarken bunlar yerine, daha çok toplu bir bakışı ve yaklaşımı amaçlayan; bir olgu üzerinden diğer filmlerle ilişki kurarak genel bir çerçeve yaratan; değişik yönetmenleri, filmleri, dönemleri, farklı sinema dillerini, anlatımlarını, bunlar arasında kurduğum kimi ilintiler nedeniyle, yazıya eksen seçilen bir bağlam, bir sorunsal, bir izlek çevresinde bir araya getiren, "eleştiri"den çok "deneme" tadında yazılar yazmak istemiştim. Böylelikle filmler üzerinden çoğaltılmış bir okumaya gitmek istiyordum, ama "gazete yazısı" bunun için uygun bir "format" değildi.
Nitekim daha sonra sürekli bir hale getiremediysem de, zaman zaman tek tek filmler üzerine yazmayı sürdürdüm. Ayrıca, konusu doğrudan sinema olmadığı halde, birçok konuşmamda ve yazımda, anlattığım konu ya da ileri sürdüğüm sav gereği, sinemayı yardıma çağırdım; birçok yönetmenden, birçok filmden görüşlerimi destekleyen örnekler taşıdım. Bu anlamda seyrettiğim filmler, bir eleştiri yazısının "nesnesi" olmaktan çok, o deneme yazısı için kurduğum bir teorik çerçeve içinde zenginleştirici, destekleyici malzeme unsuru olarak yer almışlardır.
İlk kez Murathan '95 kitabı içinde, iki yazıdan oluşan bir bölümün başlığı olarak yer alan "Kullanılmış Biletler" adının, günün birinde sinema yazılarımı bir araya getirerek gövdelenecek bir kitaba ad olacağını biliyordum. Yazı maceram biraz da, kendime verdiğim sözleri –geç de olsa– yerine getirmekten oluşmuştur. Kışkırtıcı bir hayal gücünün yedeğinde zamana ve okura verilen bu sözlerin sayısı arttıkça, gecikmeler de; kendini, yazını ve hayatı bekletmeler de kaçınılmaz oluyor.
Bugüne dek yayımlanan diğer düzyazı, deneme kitaplarım gibi, Kullanılmış Biletler de zamanla biriken dağınık yazılardan çatılmış bir toplama kitap olarak okunsun isterim. Farklı tarihlerde, çeşitli nedenlerle yazılmış, farklı yayın organlarında yayımlanmış olan bu yazılar, burada belli bir yapıt bütünlüğü, toparlayıcı bir bağlam ve sıralama içinde bir araya getirilerek sunulmaya çalışılmıştır. Bu nedenle Kullanılmış Biletler'in, konu başlıkları, hedefleri ve yol işaretleri önceden tasarlanmış, başı sonu belli bir sinema kitabı olarak değil de, kültür-sanat sorunlarıyla almaşık biçimde ilerleyen benim dağınık düzen yazı maceramın bir parçası olarak alımlanmasını yeğlerim. Bu maceranın, özellikle o gazete ve dergilerin dönemine yetişememiş yeni kuşak okurlar tarafından görülüp bilinmesini istediğimi de sözlerime eklemeliyim. En önemli toplumsal özelliklerimizden birinin bellek yitimi olduğu düşünülürse, beni ve çalışmalarımı güdüleyen bu kendini tarihlendirme, kendi arşivini yaşarken ve bildiği gibi kotarma kaygısı daha kolay anlaşılacaktır.
Aynı zamanda bu kitap, yıllardır sürdüregeldiğim, tüm yazdıklarımı farklı bağlamlarda kitaplaştırarak bir külliyat toplamına dönüştürme çabasının parçası olarak da değerlendirilebilir. Böylelikle çeşitli gazetelere, dergilere ve elbette zamana saçılmış olan yazılar, yeniden gün ışığına çıktıkları kitaplar sayesinde kaybolup gitmekten bir ölçüde kurtulmuş oluyorlar.
Bir zamanlar yazdığımız yazılar, aynı zamanda bizi "olduran" yazılardır; içinden geçtiğimiz dönemleri, konakladığımız yerleri, kat ettiğimiz yolu, ardımızda bıraktığımız hayatı gösterirler.
Bu kitabın temel düşüncesi, içeride, birinci bölümde yer alan "Üç Ölüm", "Geçtiğimiz Bahçeler", "Cinayetten Sonra Şiir" gibi yazılarda yatıyor. Bunlar, tek tek filmler üzerine söz almaktan çok, bir konu, bir tema çevresinde öbeklendirdiği kimi filmleri, oluşturduğu bağlamdan görmeye/okumaya çalışan; filmler arası ilişkilendirmeler esası üzerinde yükselen kuşatıcı yazılardır. Sinema üzerine yazmaya karar verdiğim daha ilk anda önemsediğim ve yapmaya çalıştığım şey de zaten, tek tek film eleştirileri yazmaktan çok, filmler arasında kurulmuş bağlantılar üzerinden sağlanan farklı yaklaşımlara, farklı "görülebilirlik"lere dikkat çekmekti. Unutmadan söyleyeyim: Benim bunları düşündüğüm ve hedeflediğim sıralar, günümüzde yaygın olarak kullanılan "film okumak" gibi gözde sözler, fiyakalı tanımlamalar henüz ortalarda yoktu. Ya da bu sulara ulaşmamıştı, diyelim.
Bu yazıların bazıları, o yıllarda İletişim Yayınları'nın çıkarmakta olduğu VİDEOSİNEMA gibi dönemin kimi dergilerinde yayımlanmıştır. Kültür-sanat yaşamımızda önem verdiğim bir konuya değinebilmek amacıyla özellikle belirtiyorum bunu: Kültürel dergiciliğin yaygın ve etkin olduğu o yıllarda, insanı yazıya, yazmaya kışkırtan, yönlendiren; düşüncelerini yazıya aktarmak ve yeni düşünceler uyandırmak konusunda heves yaratan ateşleyici bir hava vardı. Ama bir süre sonra, başta sinema dergileri olmak üzere, kültür sanat dergilerinin çoğu, çeşitli nedenlerle kapanmaya, serüvenleri kesintiye uğramaya başladı. O dönemde sinema üzerine yazmak istediğim onlarca konu başlığı ve tema vardı kafamda, aldığım notlarda. Ama dergilerin üst üste kapanmak zorunda kalması, o ateşleyici havanın sönmeye yüztutması, bu yazıların arkasını getirmeme engel oldu. Örneğin, kitapta okuyacağınız 1985'te yazmaya başladığım "Cinayetten Sonra Şiir" de bunlardan biridir; bu yazıyı ancak 2005'te tamamlayabilmiş olmamın başka bir açıklaması yok çünkü. Bu gecikmeler konusundaki sorumluluk payımı azaltmaya çalışmıyorum, ama söylemeden geçemeyeceğim: Eğer o hava korunabilseydi, o dergiler varlıklarını sürdürebilselerdi, ben de kendi adıma belki sinema üzerine daha çok yazı yazmak gereği ve sorumluluğu hissedecek; bu alanda daha üretken, daha verimli olabilecektim. Eminim, elinizde tuttuğunuz bu kitap da "kendi zamanı içinde" daha çabuk birikip gövdelenerek size yıllar önce ulaşmış olacaktı.
Şunu da söylemek gerekir ki, bir ülkede gelenekselleşmiş, kurumsallaşmış süreli yayınların varlığı, yazıyı iş edinmiş kişilerin yazma edimine bir disiplin, bir süreklilik, bir tartım kazandırır; gelecek kuşakların yetişmesine ivme verir. Örneğin, edebiyat dünyamızda Varlık, Yeni Dergi, Yeni Ufuklar, Yeditepe, Dost gibi dergilerin uzun soluklu olması, yeni kuşakları heveslendirmek konusunda olsun; yeni okurların, yeni yazarların yetişmesinde olsun, az mı rol oynamıştır? Bu gecikmenin kendi payıma düşen ve sorumluluğunu üstlendiğim nedenleri dışında, kültürel atmosferimizin bu yanına kendi kitabımın oluşma macerası üzerinden dikkat çekmek istedim.
Bu gecikmeye ilişkin bir diğer nedenim de, bir yazar olarak, sinemadan önce tiyatro üzerine yazdıklarımı bir kitapta toplama düşüncesine saplantı ölçüsünde takılıp kalmış olmamdır. Ben takıntılarına saygısı olan biriyim ve hâlâ onlarla baş etmeye çalışıyorum. Nitekim, tiyatro üzerine yazdıklarımı önceden duyurmuş olduğum gibi Yanlış Koltukta Oturuyorsunuz başlıklı bir kitapta toplayamadım henüz; ama Kullanılmış Biletler nihayet elinizde. Belki de yazarlar, sadece yazdıklarını değil, saplantılarını da gözden geçirmelidirler... En azından astrolojik yazgımın, takıntılarımla sebatım arasında bir denge tutturarak başladığım işleri bitirmemi sağladığını söyleyebilir, kendimi bu konuda böyle avutabilirim.
Sanatın farklı disiplinlerinde, edebiyatın çeşitli türlerinde ürün veren, iştahı kabarık, merakları zengin, ilgileri dağınık biri olarak, birçok tasarımın başına gelen bu kitabın da başına geldi: Gecikti. Yola çıktığım kitaplarımın kendilerini tamamlamaları, bir türlü önceden kararlaştırdığım tarihlerde olmamıştır. Bu nedenle onları kendi yazarlığım içinde dönemselleştirmek güçtür. İstesem de kendimi dönemselleştiremiyor, yazımla hayatım arasında sürekli "geniş zaman" kullanıyorum.
Günümüz okuru için biraz daha okunur hale getirmek adına yazılara değişen ölçülerde müdahale etme gereği duyduysam da, metnin harcına, uzunluğuna, formatına sadık kalarak ve temel özelliklerini koruyarak yaptığım ufak tefek düzeltmeler, ekleme ve çıkartmalar dışında köklü değişikliklere gitmedim. Dönemin havasını, söylem kiplerini mümkün olduğunca korumaya çalışırken, yazıldıkları günlerin ruhu, üzerlerinden geçen zamanın dokusu tamamen kaybolsun istemedim. Böylelikle, yalnızca o zamanlarki "kendim" hakkında değil, bir dönem ve o dönemin "yazı"sı hakkında az da olsa bir kanı uyandırmayı amaçladım.
Bazı yazılarda anlatmaktan çok bilgi vermenin ağırlık kazandığını, zaman zaman biraz eğitimci bir dil kullandığımı, o zamanlar yaygın olarak hepimizde görülen dönemin kimi gözde siyasal kavram ve terimlerini kullanma merakının öne geçtiğini gördüm. Çapak olarak gördüklerimi elimden geldiğince ayıklamaya çalıştıysam da, bazı yerler günümüze göre naif bulunabilir, bazı yazıların dönem özelliklerini fazlasıyla taşıdığı düşünülebilir. Ama şimdi ifade etme biçimim değişip çeşitlense de, temel dertlerimin değişmediğini gösteren bu yazıları, sınırlı tutulmuş düzeltmelerle bu kitaba alma gereği duydum.
Sayfalar ilerledikçe göreceğiniz gibi, yıllar içinde kullandığım biletlere borçlandığım bu dağınık düzen yazıları kitap çatısı altında bir araya getirirken, ilkin çeşitli başlıklar altında bir bölümlemeye gittim. Birbirine yakın duran yazıları aynı bölümde ve belli bir düzen içinde sıralamaya özen gösterdim ve buna uygun olduğunu düşündüğüm bölüm başlıklarıyla adlandırdım. Örneğin, Murathan '95'te "Kullanılmış Biletler" adlı bölümün tanıtım yazısının başlığı, bu kitaba fikrini veren yazıların yer aldığı ilk bölümün de adı oldu: "Beyazdaki Yazı Siyahtaki Kare Biletteki Tarih".
"Seyretmenin Hatırası" başlıklı bölümde yer alan yazılar, görüleceği gibi, daha çok denemeye yakın duran yazılardır.
2002 yılında Milliyet gazetesinin Kültür-Sanat ekinde, okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri, oyunları, izlediğim konserleri, katıldığım etkinlikleri konu ettiğim yazılarla "Hayat Atölyesi" başlıklı bir "tam sayfa" hazırlıyordum. İroniyle söyleyecek olursak, gazete içinde "tam sayfa" tutan bir "köşe"ydi bu. Orada yayımlanmış olan kısa sinema yazılarını, bölümün adı o sayfaya bir gönderme niteliği taşısın diye bu kitaba "Atölye Günlerim" başlığıyla aldım. Orada sözünü ettiğim filmler arasında, çok daha etraflı incelemeleri hak eden filmler vardı elbet, ama sözümü gazete sayfasının sınırlı alanı içinde tutmam gerekiyordu. Ayrıca sayfanın bütününde kurduğum, kendi içinde bir tür hız taşıyan "okur'la söyleşme" dilini, tonunu, doğal olarak bu yazılarda da sürdürmüştüm. Bu yazıları kitaba alırken, o tonu bozmadım.
Bu kitapta bir tek, "Kadife Perde" başlıklı bölümdeki "melo-
dram" üzerine yazılar, kararlaştırılmış bir kitabın parçaları oldukları bilgisiyle ardışıklık gözetilerek yazılmışlardır. Ancak, sonradan bu kitap tasarısından vazgeçince, o yazıları bir bölüm olarak bu kitaba almaya karar verdim.
Son sözleri her zaman önemsemiş bir yazar olarak, kitabın kapanışını "şimdiki zaman" yazılarıyla ve şimdiki "sesimle" yapmak istedim ve bu son bölümün yazılarını, bu kitap için özel olarak yazdım.
Göreceğiniz gibi, yazıların çoğu doğrudan filmlerin kendi üzerlerine değil, içerdikleri olgular nedeniyle söz söylemeye kışkırttıkları alanlar üzerinedir.
Bir film biterken perdede akan son yazılar, filmin içimizde uyandırdığı, tazelik kazandırdığı, hayata karışmayı bekleyen duygulara eşlik ederler. Özellikle her iyi film biterken, hayatın, sinemaya girmeden önceki kaldığımız yerini başka türlü canlandırıp hareketlendirir. Filmin üzerimizde bıraktığı büyülü bir sisle sinemadan çıkıp sokağa karışırken, bunu derinden hissederiz. En azından bir sonraki filme kadar hayatın başka türlü geçeceğini sanırız.
Umarım "Son Yazılar", daha nice filme, nice hayata ilişkin yolumuz olduğunun kıvılcımlarını barındırıyor, okuyanları yeni hayallere kışkırtıyordur.
Yetişme çağlarımda sinemayı aynı zamanda bir "bilgi alanı" olarak sevmemde katkısı olmuş birçok kişi, kitap, dergi ve kurum vardır. O yıllarda başlı başına bir okul olan Nijat Özön'ün kitapları, Elif Kitabevi'nin sinema dizisi, hâlâ kitaplığımın bir yerinde özenle sakladığım Bilgi Yayınevi'nin ince, uzun, yakışıklı film senaryoları dizisi, Ses mecmuası, Hey dergisi; Yeni Sinema'dan, Yedinci Sanat'tan başlayarak sayabileceğim birçok dergi, birçok sinema insanı, eleştirmen, kalem erbabı ve elbette yıllardır başlı başına bir seyir eğitimi görevi üstlenmiş olan Istanbul Kültür Sanat Vakfı'nın "Sinema Günleri"...
Kültürel sürekliliği kesintiye, ihmale, bozguna uğrayan bir toplumda bellek tazelemeyi, hatır yenilemeyi önemli bulan biri olarak, gönül borcu duyduğum, çocukluğumu, ilk gençliğimi çiçeklendirmiş birçok kurum, kuruluş, birçok ad. Kısacası, ben bu biletleri kullanırken gözlerimde hakkı olanlar. Teşekkür ederim.
2002-2006