Metin Celal, "Y'ol'da Ol'mak", Cumhuriyet Kitap Eki, 29 Haziran 2006
Birhan Keskin, ilk şiirini Yeryüzü Konukları'nda yayınladığımız 1984'ten beri tanıdığım, sevdiğim, izlediğim bir şair. Bir şairde bulunmasını önemsediğim kendi sesini, kimliğini, söyleyişini daha ilk yıllarda buldu, korudu, geliştirdi. Lirik bir şiir söyleyişi var. Sanki kendi kendine mırıldanıyormuş gibi ama alttan alta müziği bulunan bir söyleyiş. İnsanın kendi kendiyle konuşsa tutturacağı türden. Usul usul... Yaşadıklarını, dertlerini, sorunlarını yakın bir arkadaşına anlatıyor sanki. Yaşanmış bir aşk, bitmiş bir ilişki, son noktası konmuş bir dostluk ardından duyulan sıkıntılarını paylaşma isteğiyle biriyle konuşmak... Bir monolog.
Y'ol. Birhan Keskin'in şiirde 22. yılında yayımlanmış yedinci kitabı. Şiir kitapları daha kapağından, adından başlayarak, iç sayfa düzeniyle, şiirlerinin sıralanışıyla bir albüm niteliğindedir. O parçaları tek tek de değerlendirebilirsiniz. Tüm parçalar birleşince de sanat eserini, şiir kitabını oluşturur. Bütündür. "Y'ol"unda bu biçimde hazırlanmış bir kitap olduğu daha kapağından anlaşılıyor. Kitabın adı üzerinde de düşünmeden duramıyorsunuz.
"Y'ol", hemen fark edilebileceği gibi çifte çağrışım yapmak amacında; hem "Yol" hem de "ol". Yolda olmanın, yolda kendini bulmak anlamında, ya da olgunlaşmak anlamında ol'manın çağrışımlarını yaptırıyor. Ama biraz kolay, alışılmış bir şey aynı zamanda. Bir addan birden çok anlam/çağrışım çıkartmak daha önce de şairlerce sıkça denenmiş bir şey. Bir yenilik, heyecan getirmiyor.
Kitabın girişinde Gülten Akın'dan alınan iki dize de kitaba vurgulamada bulunuyor, onu güçlendiriyor. Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm 43 parçadan oluşan Taş Parçaları, ikinci bölüm Eski Dünya, Taş Parçaları bir düzyazı şiir olan "Sunu (ya da bir parça matematik)"le açıyor ve insanı hemen Birhan Keskin'in şiir dünyasına sokuyor. O kadar yoğun ve güçlü bir metin ki kitabın devamını okumak bile gerekmeyebilir. O şiirle yetinebilirsiniz. Yani bu "Sunu" aslında hem önsöz hem de sonsöz niteliğinde. "Yol arkadaşım" dediği, hem "sevgilim", hem "zalim" diye seslendiği, "Her gün, yan yana oturup birbirine rikkatle bakan iki yaşlı kadını düşündüm. Her gün o kadınların bu fotoğrafı yırtıldı dedim", "ben sana dünyanın değil yeryüzünün diliyle seslenmiştim" dediği ve sonunda haykırdığı, içyakan bir şiir. Şiir okuyucusunun kolayca paylaşacağı, giden sevgilinin, dostun, hayat arkadaşının ardından okuyabileceği nitelikte bir şiir.
Taş Parçaları, kitabın girişinde belirtildiği gibi bir uzun şiir olarak nitelendirilebilir mi bilmiyorum. Evet birbirleriyle bağları olan parçalar bunlar ama ayrı ayrı okunma niteliklerine de sahip. Numaralanmış olmaları onların bir bütünün parçaları olduğu anlamına gelir mi? Bu açıdan bakarsak şairin tüm şiirlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu görürüz. Çünkü tema 1984'ten beri değişmiyor. Birhan Keskin'in onları taş parçası olarak adlandırmasının ve düzensiz bir biçimde sıralamasının (kitap III numaralı şiirle başlıyor, IV'le devam ediyor sonra II'ye dönüyor) bir nedeni olmalı. Herhalde bu parçaları tıpkı taş parçaları gibi hem bütünün parçaları olarak hem de tek tek değerlendirmek, okumak gerek. Birhan Keskin'in önceki kitaplardaki usul söyleyişi burada da devam ediyor ama eninde sonunda haykırma gereği duyuyor. "İçerde tıkanan çığlık dışarda inliyor." İlk bir iki şiirde şiiri, şiirde verilmek istenen duyguyu güçlendirdiğini düşündüğümüz bu haykırışlar ("çoooooookkkkkkkkkkkkk", "buzzzzdaaaaaaa" vb.) sayfalar ilerledikçe sık sık tekrarlanmaya başlayınca kulak tırmalayıcı, rahatsız edici hale geliyor, okuru şiirden, dolayısıyla aktarılmak istenen duygudan kopartıyor. Buna bir de sözcük yinelemeleri ve fiil çekimleri eklenince okurun işi iyice zorlaşıyor. Çünkü Birhan Keskin "lirik" bir şairdir. O şiiri söyler. Siz de şiirini okurken sanki ondan dinliyormuş hissine kapılırsınız. Ve başkalarına da okuyup bu duyguları paylaşabileceğinizi, çoğaltabileceğinizi düşünürsünüz.
"Eski Dünya"da zaman zaman haykırma hali, yükek sesle konuşmaya dönüyor. Şairin belki de ilk kez "biz" söyleyişini denediğini görüyoruz. Hemen her şiirde özel olarak vurgulanan "dur"lar, önceki bölümde adıyla hitap edilen, bu kez şiir adı olan "İlhan İlhan.."da "Durmuştun, durmuşsun, duruyormuşsun" halini alıp iyice belirginleştiriliyor. Haykırışlar gibi o kadar çok kullanılıyor ve vurgulanıyor ki "dur"lar da rahatsız etmeye başlıyor.
Ve kitap, yine akıllarda kalacak güzel bir şiirle "Öteki" ile bitiyor.
"Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor."