Mahmut Temizyürek, "‘Tarihsizler’in tarihi için...", Radikal Kitap,6 Nisan 2007
Dünya Tarihinin Sınırında Tarih, Batı tarih anlayışının eleştirel çözümlemesine yeni düşünceler getiren bir kitap. En yetkin kavram ve ifadelerinin Hegel'de bulunduğu Avrupa merkezli tarih anlayışının, çözümlenmesi niteliğinde. Hegel şöyle diyordu: "Tarihin olması için bir devletin ve bir yazının olması gerekir. Ancak devlet yazar tarihi ve devletin tarihi yazılır ancak; devlet yoksa tarih de yoktur." Bu düşünce aslında Rönesansla birlikte oluşmuş bir sömürge çağı düşüncesi. Batıdan kalkan gemiler, o gemilere binen çapulcu fatihler, Amerika'yı ve Güney Asya'yı, yağmalamaya koyulduklarında, aslında uygarlık adına büyük bir vahşeti de tarihe kaydetmişlerdi.
Ülkelerini istila ettikleri halkların öyküsü, kendilerinin o ülkeye ayak basmasıyla başlıyordu Batı tarihyazımında. Eski Dünya, keşfettiği Yeni Dünya'nın gerçeğine karşılık bulmak için yeni isimler, yeni kavramlar, yeni kategoriler icat ediyorken, buldukları kavramlardan biri de 'Tarihsiz halklar' kavramıydı. Batı'nın Doğu'yu istilası sırasına yerlileri işaretleyen 'öteki' tanımı, Batılının da kendini tanımasında önemli bir etken olmuştu aslında. 'Bu ilkeller', 'bu vahşiler' karşısında 'biz uygarlar' diyorlardı kendilerine. 'Özgürlük nedir bilmeyen' yerlilere özgürlüğü öğretiyorlardı. Yerlilerin ellerine bir İncil, ayaklarına bir çift pabuç tutuşturmayı Yeni Dünya'ya uygarlık götürmek sandılar. Batı uzun süre bu tanımlardan övünç duydu.
Ranajit Guha, bu anlayışın felsefi kavramlarını irdeliyor. Sömürge halkları tarihsizleştirme pratiğinin nasıl bir zihinle işlediğinin şifrelerini çözümlerken sıkı bir kavram analizi ve karşılaştırması yapıyor. Edward Said'in başlattığı Şarkiyatçılık tartışmasını yeni bir aşamaya çıkarıyor Guha.
'Tarihinizi başınıza çalın'
Kitaptaki örnekler, daha çok Hint kaynaklı. Hegel'den alıntılanan şu söz, sayfalar boyunca yapılan çözümlemenin konusunu oluşturuyor: "Hindistan'ın hem kadim dinsel kitapları ve harika şiir yapıtları hem de antik hukuk kitapları vardır...; fakat hâlâ bir tarihi yoktur." Bu anlayıştaki egosantrizm, Guha'nın eleştirel hedefi.
Bu eleştirilerin, ünlü Hintli şair Rabindranath Tagore'un ukdesini vasiyet gibi hissetmiş bir tarihçi tarafından yazıldığı apaçık. Hintli tarihçi Ranajit Guha, Madun Araştırmaları Grubu'nun kurcusu olarak da biliniyor. Guha, tarihi yalnızca imparatorların, kralların ve onları yaptığı kamusal işlerin kaydı olarak gören indirgeyici Batı tarihyazımı anlayışı karşısında, şiirin, destanın içindeki yaşantıların tarihini de yazmış olan büyük şair Tagore'un şu serzenişini asla unutmamış: "Tarihinizi alın da başına çalın!" Bu serzenişin ardındaki gerçeklik, Hint şiirinin, destanının, efsanelerinin nasıl bir tarih değeri taşıdığına yönelik çözümlemeler, kitabın aslı gövdesi. 'Şiirin işlevi', 'deneyim', 'hayret', 'itihasa' gibi ('aynen öyle oldu' anlamında), 'anlatıcı', 'dinleyici' gibi bazı kavramların Batı'da olmayan ya da farklı biçimdeki anlamları, Hint yazınındaki özellikleriyle betimleniyor. Bu kavramların belirli anlatı ritüellerindeki işlevleri, Doğu kültürünün anlaşılması için de önemli anahtar niteliğinde.
Gelgelelim, sonuçta yenilenin hesabıyla galibin hesabı aynı değil, tarihi yazan galip efendi oluyor. Sonlara doğru şöyle diyor yazar: "Neticede paradigmalar muharebesini kazanan Batı olmuştur. Deneyim hayret'e, Dünya-tarihi itihasa'ya galebe çalmıştır." Peki, her şey bitti mi? Hayır! Ranajit Guha, dilsiz, tarihsiz, nesirsiz bırakılmış dünyanın, madunların, tarihsiz bırakılmış halkların tarihini, getirdiği kavramlar ve yeni paradigmalarla yazmaya inançla, bilinçle davet ediyor.
Madun Araştırmaları Grubunun bir başka üyesinin, Partha Chatterjee'nin Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası, önceden çevrilmişti Türkçeye. Bu kitap da, antiemperyalist savaşları kazanan sömürgelerin modernleşme sürecinde zihinlerindeki karmaşayı çözümlüyor. Elde var iki; 'madun araştırmaları' literatürün Türkçede iki önemli kaynağı oldu.