Sunuş, s. 13-5
Son yıllarda birincil (yazı hakkında en ufak bilgisi olmayan) sözlü kültürler ile yazı yazma alışkanlığının derinden etkilediği kültürlerin bilgi kullanımı ve bu bilgiyi sözelleştirme yöntemleri arasındaki bazı temel farklar keşfedilmiş; bu keşiflerden çıkan sonuçlar da çok şaşırtıcı olmuştur. Edebiyatta, felsefede, bilimde, hatta okuryazarların sözlü iletişiminde düşünme ve anlatım biçimiyle ilgili, sorgulamadan kabul ettiğimiz pek çok niteliğin, insanoğlunun kendi doğasından değil, yazı teknolojisinin bilincimize sunduğu olanaklardan kaynaklandığını anlayınca, insan kimliği kavramımızı yeni baştan irdelemek zorunda kalmış bulunmaktayız.
Bu kitabın konusu, sözlü ve yazılı kültür arasındaki farklardır. Daha doğrusu, bunun veya herhangi bir kitabın okuru, yazılı kültürün içeriğini zaten yeterince bildiğine göre, konumuz, önce sözlü kültürün düşünme ve düşünceyi anlatım biçimi (ki bu biz okuryazarlara ilkin tuhaf gelebilir), sonra da sözlü kültürden kaynaklandığı için hep sözlü kültürü alıntılayarak irdeleyeceğimiz okuryazar düşünme ve anlatım biçimidir.
Bu kitabın konusu, herhangi bir yorumlama "ekolü" değildir. Sözlü ve yazılı kültürün Biçimcilik, Yeni Eleştiri, Yapısalcılık ya da Kurgusökümcülük'le eşdeğer bir "ekolü" yoktur; ancak, sözlü ve yazılı kültürün birbiriyle nasıl ilintili olduğunu anlamak, yalnız bu iki alanı aydınlatmakla kalmaz, insan ve toplum bilimleriyle ilgili "ekol" veya akımların yönünü de etkileyebilir. Söz-yazı karşıtlığını ve ilişkisini bilmek, kuramlara sadık taraftar kazandırmaktan ziyade insanlık durumunun saymakla bitmeyecek çeşitli yönlerini düşünüp taşınmayı özendirir. Bu yönlerin hepsi bu kitabın boyutlarına sığmayacağı için yalnız birkaçını ele almakla yetineceğim.
Sözlü ve yazılı kültüre eşzamanlı olarak, aynı zaman diliminde yaşamış sözlü ve kirografik (yazılı) kültürleri karşılaştırarak yaklaşmak, yararlı olabilir. Ancak aynı zamanda artzamanlı, ya da tarihsel bir yaklaşımla, birbirini izleyen devirleri karşılaştırmalı olarak incelemek, konumuzdan kaynaklanan bir zorunluluktur. İnsanoğlu konuşa konuşa toplum denen birliği oluşturduktan çok sonra yazıya geçilmiş ve bu geçiş hemen tüm toplumu kapsamamıştır. Homo Sapiens 30 000-50 000 yıldır yaşamaktadır. Buna karşılık ilk yazı 6000 yıl öncesinden kalmadır. Sözlü ve yazılı kültürlere ve bir kültürden ötekine geçiş evriminin sergilediği aşamalara artzamanlı yaklaşım, yalnızca saf sözlü kültürün ve ardından gelen yazılı kültürün değil, aynı zamanda yazıyı doruğuna eriştiren matbaa kültürünün ve yazıyla matbaaya dayanan elektronik kültürün de daha iyi anlaşılmasını sağlayan bir çerçeve oluşturur. Bu artzamanlı çerçeve içinde geçmiş ve gelecek, Homeros şiirleri ve televizyon birbirine ışık tutabilir.
Ancak bu ışık tutma kolay olmayacaktır. Sözlü ve yazılı kültür arasındaki bağlarla, bu bağların sonuçlarını kavramak bir anlık psiko-tarih ya da yorumbilim meselesi değildir. Geniş, hatta engin bir çalışma, özenli düşünme ve kelime seçimi gerektirmektedir. Sorunlar, derin ve geniş boyutlarının ötesinde, kendi önyargılarımızı da içermektedir. Biz –yani bu kitap türünden kitapların okurları– yazıya o derece bağımlıyız ki sözlü iletişim ve düşünme evrenini kendi yazı evrenimizin bir değişkesi olmak dışında hayal etmekte epey zorlanıyoruz. Bu nedenle kitapta kısmen de olsa önyargılarımızı aşmaya ve yeni anlayış yolları aramaya özen göstereceğim.
Kitabın odak noktasını söz ve yazı ilişkisi oluşturuyor. Okuryazarlık yazıyla başlamakla birlikte, ilerki bir aşamada matbaa icat edildiği için, kitabımda yazıya olduğu kadar matbaaya da önem veriyorum. Radyo, televizyon ve uydu türü araçlarda söz ve düşüncenin elektronik olarak işlenmesini ise geniş çaplı ele almıyorum. Sözlü ve yazılı kültür arasındaki ayrım ilk olarak, ancak elektronik çağda kavranmaya başlamıştır. Elektronik iletişim araçlarıyla matbaa arasında sezilen farklar, bizi yazıyla söz arasındaki daha önce görülen ayrıma duyarlı kılmıştır. Elektronik çağ "ikincil sözlü kültür" çağıdır; varlığı yazı ve matbaa teknolojilerine dayanan telefon, radyo ve televizyona özgü sözlü kültürün çağıdır.
Sözlü kültürden yazıya ve sonra da elektronik bilgi işlemine geçiş toplumsal, ekonomik, politik, dini vb. yapıları kapsar. Ancak bu konular, esas olarak sözlü ve yazılı kültürler arasındaki "zihniyet" farklarına da odaklanan kitabımızı dolaylı olarak ilgilendirmektedir.
Bugüne dek sözlü kültürlerle yazılı kültürleri karşılaştırmak için yapılan hemen tüm araştırmalarda sözlü kültür alfabeli yazıyla karşılaştırılmış, diğer yazı sistemleri (çivi yazısı, Çin harfleri, Japon hece işaretleri, Maya yazısı vb.) gözardı edilmiştir; üstelik bu çalışmalarda yalnızca Batı alfabesi dikkate alınmıştır (oysa Doğu'da örneğin Hindistan, Güneydoğu Asya ve Kore'de de alfabeler vardır). Mevcut bilimsel araştırmaları ana hatlarıyla izleyen bu kitabıma, yeri geldiğinde, alfabe dışındaki yazı yöntemlerini ve Batı kültüründen farklı kültürleri de eklemeye özen gösterdim.