Birinci Bölüm, Yanlış Anlaşılan Balık, s. 19-21
Üzerinde çok düşünmeden “balık” dediğimizde kastettiğimiz, aslında olağanüstü çeşitliliğe sahip bir canlılar kümesidir. Balıklara dair en geniş kapsamlı ve en çok başvurulan çevrimiçi veri tabanı olan FishBase’e göre, Ocak 2016 itibarıyla 64 takıma ve 564 familyaya ayrılmış 33.249 balık türü mevcuttur. Bütün memeli, kuş, sürüngen ve amfibi türlerinin toplamından daha yüksek bir rakamdır bu. “Balık” dediğimizde, dünya üzerinde yaşayan bildiğimiz tüm omurgalı türlerin yüzde 60’ından bahsederiz.
Modern balıkların neredeyse tümü iki büyük gruptan birine mensuptur: kemikli balıklar ve kıkırdaklı balıklar. Bilimsel adı Teleostei olan kemikli balıklar (terim Yunancada “tam” anlamına gelen teleios ve “kemik” anlamına gelen osteon sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmiştir) günümüzde yaşayan balıkların büyük çoğunluğunu oluşturur. Bu gruptaki 31.800 tür arasında somon, ringa, levrek, tonbalığı, yılanbalığı, dilbalığı, japonbalığı, sazan, turnabalığı ve golyan gibi bilindik türler de vardır. Kıkırdaklı balıklar sınıfında (Chondrichthyes; chondr=kıkırdak, ichthys=balık) yaklaşık 1300 tür bulunur; köpekbalığı, vatoz, keler ve kimera da bu grupta yer alır. Her iki grubun mensupları da karada yaşayan omurgalıların sahip olduğu on vücut sisteminin hepsine, yani iskelet, kas, sinir, kalp-damar, solunum, duyu, sindirim, üreme, endokrin ve boşaltım sistemlerine sahiptir. Üçüncü bir grup ise çenesiz balıklardır (Agnatha; gnatha=çene); taşemenler ve Myxini sınıflarına mensup olan yaklaşık 115 türden oluşan küçük bir gruptur bu.
Omurgalı hayvanları işimizi kolaylaştıracak şekilde beş gruba ayırırız: balıklar, amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler. Fakat bu yanıltıcı bir ayrımdır çünkü balıkların kendi içlerindeki derin farklılıkları göz ardı eder. Kemikli balıklarla kıkırdaklı balıklar arasındaki evrimsel farklar, en az memelilerle kuşlar arasındaki farklar kadar belirgindir. Sözgelimi tonbalığı, aslında, köpekbalığına nazaran insanla daha yakın akrabadır ve kolekant (ilk kez 1937 yılında keşfedilen bir “yaşayan fosil”), hayat ağacındaki konumuna bakılacak olursa, bir tonbalığındansa insana daha yakındır. Yani kıkırdaklı balıkları da sayarsak en az altı büyük omurgalı grubu mevcuttur.
Bütün balıkların birbiriyle ilintili olduğu yanılsaması, kısmen, suda kolayca hareket edecek şekilde evrim geçirmenin getirdiği kısıtlamalara bağlanabilir. Suyun yoğunluğu havanınkinden 800 kat daha fazladır, bu yüzden sucul canlıların omurgalı olanları en az direnç oluşturacak şekilde bir vücut tipi, kas yapısı ve yassılaşmış uzuvlar (yüzgeçler) geliştirerek evrimleşme eğilimi göstermiş, bu da suyun içinde asgari düzeyde sürüklenerek azami oranda ilerlemelerini mümkün kılmıştır.
Yoğunluğu daha fazla olan bir ortamda yaşamak ayrıca yerçekimi kuvvetini de epey azaltır. Suyun kaldırma kuvveti sayesinde sucul organizmalar karasal canlıların maruz kaldığı yıkıcı etkilere maruz kalmazlar. En büyük canlıların (balinalar) karada değil suda yaşaması bu yüzdendir. Bu etmenler aynı zamanda çoğu balığın göreli beyin boyutunun (beyin ağırlığının vücut ağırlığına oranı) küçük olmasını açıklar; oysa bu küçüklük, diğer yaşam formlarını beyin-merkezli bir bakış açısıyla ele aldığımız için sık sık balıkların aleyhinde kullanılır. Balıklar havaya kıyasla daha çok direnç gösteren suyun içinde ilerlemelerini sağlayan büyük, güçlü kaslara sahip olmanın faydasını görürler ve yerçekiminin hemen hemen olmadığı bir ortamda yaşadıkları için, vücut büyüklüğünü beynin büyüklüğüne göre sınırlandırmak onlara herhangi bir avantaj sağlamaz.
Her halükârda, bilişsel ilerleme konusunda beynin büyüklüğü sınırlı bir etkiye sahiptir. Yazar Sy Montgomery’nin ahtapot zihinleri üzerine yazdığı bir makalede belirttiği gibi, elektronik biliminde her şeyin küçültülebileceği iyi bilinir. Küçük bir mürekkepbalığı, labirentleri köpeklerden daha hızlı öğrenebilir ve ufacık bir kayabalığı, deniz kabardığında tek bir defa yüzerek geçtiği bir gelgit havuzunun topografisini ezberleyebilir – çok az insanın becerebileceği bir şey.