Metin Yetkin, "Kapitalizme ekolojik darbe: Küçülme", Gazete Duvar, 25 Haziran 2020
Kapitalizmin kökeni Wallerstein’a göre 16. yüzyıla kadar dayanır. Bu tarihten itibaren maden ile biriken kapital sayesinde endüstriyel tarım ürünleri ekilmiş ve küresel bir ticaret ağıyla pazara sürülmüştür. Kimilerine göre bu tarih farklılık gösterse de bilinen gerçek kapitalizmin hiç de yeni bir sistem olmadığı ve şekil değiştirerek varlığını sürdürdüğüdür. Adı ister neoliberalizm ister başka bir -izm olsun, kapitalizmin temelinde “büyüme” kavramı yatar. Tabii ki büyüme sürekli üretim ve sürekli tüketimle sağlanır ancak sınırlı sayıda doğal kaynağa sahip bir gezegende yaşamaktayız. Zirve petrol seviyesine ulaştık. Diğer doğal kaynaklar da hızla tükenmekte ve sürdürebilir enerji kaynakları gündeme geldi. “Özetle ekonomi sonlu bir gezegen sisteminin fiziksel bir alt-sistemidir; bu sebeple de sonsuz ekonomik büyüme imkânsızdır.” (s. 78) Öte yandan birçok uluslararası kuruluş ekolojik sorunlara dikkat çekmekte. Duyarlı insanların çoğu, aktivistler bu önerilerin peşinden giderken Metis Yayınları'ndan çıkan Giacomo D’Alisa, Federico Demaria ve Giorgos Kallis’in hazırladığı, Ayşe Ceren Sarı, Berk Öktem, Burag Gürden ve Yaprak Kurtsal’ın kolektif çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı Küçülme: Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı tüm bu meseleleri akademik yazılarla irdeleyerek büyük bir gafletin içerisinde olduğumuzu gösteriyor. Nitekim kitabın önsözünün başlığı “Küçülme: Daha Az Değil, Daha Başka Bir Dünya”...
Giorgos Kallis’in hazırladığı Küçülme: Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı, Ayşe Ceren Sarı, Berk Öktem, Burag Gürden ve Yaprak Kurtsal’ın kolektif çevirisiyle Metis Yayınları tarafından okura sunuldu.
Kitabın orijinali 2014 yılında İngilizce, Degrowth A Vocabulary for a New Era adıyla basılmış. Çeviride sadık kalınan “küçülme” kavramının tanımı ise göründüğünden daha karmaşık çünkü siyasi, iktisadi, sosyolojik birçok meseleyi kapsıyor. İlk olarak André Gorz tarafından 1972 yılında kullanılmış bu terim. Gorz’un sorguladığı yeryüzü dengesinin sağlanmasının kapitalist sistemde mümkün olup olmadığıydı. Ona ilham veren kişi ise Nicholas Georgescu-Roegen’dı. 1970’lerde küçülme fikrinin ilk aşaması sınırlı kaynak tüketimi etrafındayken, 2000’lerde bu fikir sürdürülebilir kalkınma fikrinin eleştirisi olarak devam etmiştir. 2000’li yıllardan bu yana gerek akademik çevrelerde gerek yayın dünyasında giderek daha fazla yere sahip olan “küçülme” fikri günümüzde daha da önemli bir yer kaplıyor. Kitabın “Giriş” bölümünde “Küçülme, her şeyden önce ve en önemlisi bir büyüme eleştirisini ifade eder. (…) ‘Paylaşım’, ‘sadelik’, ‘şenliklilik’ (conviviality), ‘bakım’ ve ‘müşterekler’, bu toplumun neye benzeyebileceğinin temel ifadeleridir.” (s.21) denmekte. Bu bağlamda küçülmeyi büyümenin zıttı olarak görebiliriz çünkü büyüme genellikle Gayri Safi Milli Hasıla üzerinden ölçülür. Bu hesap ise insanların üretim değil tüketim ve harcama kapasitesi üzerinden hesaplanır. Bu da gerçeği yansıtmayan, sosyal adaletsizliği hiçe sayan bir ölçüttür. Ayrıca büyüme, insan dahil her varlığı meta haline getirerek bireyleri borçlandırarak devamını sürdürür ve üstelik toplumsal yapıyı bozar. “Bakım, misafirperverlik, sevgi, kamu görevi, doğayı koruma ve manevi tefekkür- bu ilişkiler ve ‘hizmetler’ tarih boyunca kişisel kâr mantığı altında şekillenmekteydi.” (s.26) İşte bu sebeplerden ötürü “küçülme” fikri politiktir ve taraf alır. Sürdürülebilir kalkınmanın “apolitik teknokratik söylemi”nin karşısına çıkar ve bu söylemlerin liberal yapıyı pekiştirdiğinin altını çizer zira “Neoliberal reformlar kalkınma çerçevesinde meşrulaştırılan büyüme adına meşru görüşmüştür ve hâlâ da öyle görülür.” (s.31) “Harcama”, “kemer sıkma” gibi yanıltıcı ifadeleri yerer. Bunların yerine eko-topluluklar, çevrimiçi topluluklar, toprağa dönüşçüler, kooperatifler, kent bahçeleri, topluluk para birimleri önerir. Sistemi değiştirmekten yana değil sistemin değişmesinden yanadır.
'Buen Vivir' Fikri
Bu kadar akademik yazının bir arada toplandığı ciddi bir çalışmanın incelemesini kısaca yapmak güç ancak “küçülme”nin ırkçılık, öteki algısı, uluslararası kuruluşlar, Türkiye’deki özel durum ile halk geleneklerini de inceleyen Buen Vivir (“İyi Yaşamak”) fikriyle ilişkisi dikkat çekici.
1970’lerde Amerika’da gerçekleşen çevre hareketleri siyah nüfusun toksik atıklara daha fazla maruz kaldığını ve yeşil alanlar, sokak temizliği, atık toplama gibi hizmetlerden yoksun bırakıldığını göstermekte. Öte yandan burjuva beyazlar bu hizmetlerden çok daha fazla oranda yararlanmakta. Tam da bu noktada çevre adaleti ilk önce yaşam alanı hakkını savunarak çevre ırkçılığına karşı mücadeleyi gündeme getirmekte. Nitekim, “küçülme” ötekileştirilen grupların da hakkını savunma amacı gütmekte. “Küçülme, politik ekoloji, ekofeminism, çevre adaleti ve ilgili akımlar arasındaki diyaloğu derinleştirmek ve bu yolla tesirlerini güçlendirebilmek için hiyerarşik kimlik sistemlerinin ekonomilerin, mekânların ve çevre yönetiminin kuruluşunda oynadığı rolü daha sistematik bir biçimde kavramak gereklidir.” (s. 76)
Çevre akımları ve uluslararası çevre kuruluşları giderek güçlenen bir tonla ekonomi vurgusu yapmakta. Birleşmiş Milletler etrafında örgütlenen TEEB, WWF, IUCN gibi kuruluşların hemfikir olduğu Birleşmiş Milletler Çevre Programı raporunda siyasetçilerin ve iş dünyasının ilgisini doğaya çekmek için “net pozitif etki” ilkesi ileri sürülüyor. Isabelle Anguelovski’nin “Çevre Adaleti” isimli yazısında “Bu ilkeye göre şirketler ya da ulus-devletler bir yerlerde bir milli parkı destekledikleri veya civarda bir mangrov ağacı diktikleri sürece istedikleri yerde açık ocak madenciliği yapabilirler.” (s.64) diye bu tehlike özetlenmekte.
'Küçülme'nin Sebepleri
Yaşadığımız coğrafyaya gelirsek, Bengi Akbulut’a göre Türkiye bağlamının farklılığı büyümeye olan inancın neredeyse herkes tarafından paylaşılıyor olması. Zaten ulus-devlete geçiş sürecinden beri Türkiye siyasetinin rotası büyümeyle şekillenmiştir. Büyümenin gerek sağ gerek sol ideolojilerin siyasi söylemlerinin sarsılmaz vurgularından biri olduğu önemli bir noktadır. “Türkiye siyasetinde diğer açılardan oldukça farklı ideolojilerin bir ilerleme saiki olarak ekonomoik büyümeye olan inançları tamdır.” (s.85) Akbulut’un yazısında dikkat çeken bir diğer unsur da alt sınıflara maddi tavizler dağıtılarak rızalarının sağlanmasıdır. “Bu tür maddi tavizler bir tür rüşvet gibi alt sınıfların kendilerini dezavantajlı hale getiren sisteme karşı muhalefet geliştirmesini engellemeye yarar.” (s.87) İlaveten, “küçülme”nin Türkiye’de gerçekleşmesinin karşısında ekonomik sebeplerden çok siyasi sebepler de yatar.
“Önsöz” ve “Giriş” bölümlerini saymazsak “Düşünce Hatları, Temeller, Eylem ve İttifaklar” bölümlerinden oluşan kitabın son bölümünde önceki metinlerde sıkça geçen “Buen Vivir” yazısı dikkat çeker. Bu yazıda çevre hareketlerinin çoğulculuğundan, halk hareketlerinden bahsedilir. Yerli halkların pratiklerine değinilerek bir kalkınma alternatifi sunulur. Ancak, buna benzer bir fikir ortaya koyarak İngiliz milletinde bir sınıf bilincinin toplumun özünde bulunduğunu, bu bilincin geleneğin içerisinde zaten mevcut olduğunu savunan ve “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” (1963) kitabını yazan E.P. Thompson’ın yanılarak akademik araştırmalarına neredeyse son verdiği ve hayatını nükleer silahsızlanmaya, çevre sorunlarına adadığı da gözden kaçmamalı. Bu bağlamda küçülme hareketinin halk tarafından benimsenmesi meselenin pratik ayağında soru işaretleri doğurmaktadır.
Kitap-okur ilişkisine değinirsek, kitabın akademik dili tarihi, sosyolojik, iktisadi altyapısı olmayan okuru oldukça zorlayacaktır. Okur, kendini terim karmaşasında bularak yazılanı anlamakta güçlük çekebilir. Ancak okurun kendini zorlamasına değecek bir çalışma olduğunu belirtmek gerekli. Bu bağlamda, “küçülme” fikrinin toplumun genelinin anlayabileceği bir dilde bağımsız bir internet sitesi üzerinden yayımlanan deneme veya makale türündeki yazılarla da okura ulaştırılması kanaatindeyim. Öte yandan, kitabı benzerlerinden ayıran bazı noktalar var, ilki ciddi anlamda alanında uzman kişilerden damıtılmış bilgileri sunarak teoriyi tek bir kişinin tekeline indirgememesi. İkinci olarak hareketin zorluklarına gerçekçi bir şekilde değinerek makul çözüm önerilerinde bulunması. Son olarak, ekolojik sorunlara çözüm üretme “yetkisini” iş dünyasının ve devletlerin desteğini arkasına alarak insan duyarlılığını sömürerek toplumların kapitalizmle bağlarını kuvvetlendiren uluslararası kuruluşların elinden almasıdır.