ISBN13 978-605-316-187-5
13x19,5 cm, 216 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Atatürk'ün Nutuk'u, 0
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 0
Kemalist Tek-Parti İdeolojisi
ve CHP’nin Altı Ok’u
, 0
Ziya Gökalp, Kemalizm
ve Türkiye`de Korporatizm
, 0
Türkiye'nin Siyasal Rejimi, 0
Türkiye'de Anayasalar, 2007
Din Devlet Demokrasi, 2017
Türk Sorunu, 2018
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Önsöz (1989), s. 9-13

Türkiye’nin düşün ve siyaset yaşamı için bence hayati önem taşıyan bir konuya ilişkin basit bir “teori-ideoloji yorumu” olan bu incelemenin tezini, her özet için geçerli bedeli de göze alarak, kısaca ifade edeyim: 20. yüzyıl egemen Türk siyasal düşüncesi, hatta daha yüksek bir soyutlama düzeyinde Türk kamu felsefesi korporatisttir. İdeolojik ve kültürel yapılar gibi, tek parti döneminde yerleştirilen ve 1980’den sonra da başta 1982 Anayasası olmak üzere o döneme önemli geri dönüşleri temsil eden yeni düzenlemelere uğratılmış kurumsal yapılar da esas olarak korporatisttir. Genelde solidarist-dayanışmacı; zaman zaman, yer yer de faşizan ve faşist tonları ve dozlarıyla korporatisttir. Bu nedenle de Türkiye’de politik-ideolojik “merkez” ortada değil, hep sağda olagelmiştir.

Her iki alt türü de anti-Marksist ve antisosyalist olan ve kapitalizme antiliberal bir teorik-moral rasyonel sağlamaya çalışan korporatizm, tanımı gereği sağ bir ideoloji ve dünya görüşüdür. Korporatizm toplumu, Atatürk’ün deyişiyle birbirlerinin “lazımı ve melzumu” olan, birbirlerini uyum içinde tamamlayan organlardan (meslek zümrelerinden) oluşan bir organizma olarak görür. Hem liberalizmin bireyciliğini, hem de sosyal sınıfların varlığını, sınıf çatışmasını, emek-sermaye çelişkisini reddeder. Bütünsel bir “kamu çıkarı”nı ve “ulusal çıkarı” meydana getiren mesleki çıkarların toplamının devlet-işveren-işçi üçgeni içinde gerçekleştiğini ileri sürer. Bu da siyasal temsil ve karar alma düzeyinde gevşek ya da sıkı korporatif kurumsal yapılarla sağlanır. İki alt türünden biri olan solidarist korporatizm daha çoğulcu ve ılımlı devletçi, öbür alt türü faşist korporatizm ise tekçi ve totaliterdir. Değişen derecelerde otoriter ve devletçi ara biçimler teoride ve pratikte çeşitlilik gösterir. Korporatizm, rekabetçi bireyci liberal kapitalizme Marksizmin yönelttiği üretim anarşisi ve sınıfsal sömürü eleştirisindeki isabet payını görüp, kapitalizmin sınıf çatışması riskini gidermeye yönelik korporatist kapitalist bir kuram geliştirmiştir. Korporatizm, liberal kapitalizmin bencil bireyciliğinin ve parlamentarizminin “anarşik demokrasi”ye yol açtığını ileri sürmüş; ya doğrudan doğruya korporasyonlara ve korporatif meclislere, ya da daha gevşek karma ekonomik konseylere ve idari devletçiliklere başvurmuştur. (Tanımlar, teorik karşılaştırmalar, solidarizm ve faşizm arasındaki ilişkiler için bkz. “Çağdaş Batı Korporatizmi” başlıklı bölüm.)

Türkiye’deki egemen korporatist düşüncenin ilk ve hâlâ en yetkin sistematik düşünürü ise Ziya Gökalp’tir. Türkiye’deki aşırı ve ılımlı sağ akımlar ve partiler, silahlı kuvvetler, klasik Kemalistler, “Kemalist sol” ve “sosyal demokratlar” (SHP ve DSP), hatta belli ölçülerde bazı sol gruplar, ayrıntılardaki farklılıkların ötesinde, son tahlilde sahip oldukları temel düşünsel kategoriler bakımından bu korporatist şemsiyenin altındadırlar ya da değişen derecelerde olsa da korporatist düşünceden nasiplerini almışlardır. (Tabii, son üçünün bu bakımdan tutarsızlığının ve “sentez sakatlığı”nın vahameti de er geç ortaya çıkacaktır.)

Bu küçük incelemede Türkiye’deki egemen korporatist dünya görüşü ve siyasal ideolojinin spektrumunda yer alan tüm akım ve grupların ayrıntılı ve yeterli bir çözümlemesini yapma savını ve amacını taşımıyorum. Yalnızca –ve kendimce– bunların hangi “Palto”nun içinden çıktıklarına işaret ediyor ve önemli bir tartışma zeminindeki kavramsal taşları ayıklamaya çalışıyorum. Bunu da Ziya Gökalp’i vesile ederek yapıyorum. Ayrıca “vesile”nin çözümlemesinin kendi içinde yeterlice ele alındığını da düşünüyorum. (Bu arada, ciddi ve dürüst bir düşünce adamı olarak Ziya Gökalp’in “sol”un bazı yanlış ve haksız yergilerinden, beri yandan sağın yine yanlış ve temelsiz, onu “kullanma”ya yönelik övgülerinden hiç değilse bir ölçüde arınmasına vesile olabileceğimi başlangıçta fark etmediğimi, ancak çalışmam ilerledikçe görebildiğimi belirtmek isterim.)

Sosyal bilimlerde, özellikle de düşünce/düşünür incelemesi çalışmalarında nesnellik sağlamak için gerekli sayılan ve kimilerince “azami sempati”, kimilerince de “asgari antipati” diye adlandırılan yöntem bu çalışmada da kendini hissettirecektir sanıyorum. Yöntemin tek amacı “iyi ve tam anlama”dır. Bu durumda doğru anlaşılması gereken Ziya Gökalp’ten ibaret olmayıp, Türk siyasal yaşamının en önemli ve en problematik konularından biri olan Kemalizm’dir. “Hissimin babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp” diyen Atatürk’ün düşüncesiyle Ziya Gökalp’in düşüncesi arasındaki mesafe bir-iki adımdır. Kemalizm/Atatürkçülük ise 27 Mayıs 1960’tan sonra tekrar yarı-resmi ideoloji, 12 Eylül 1980’den sonra ise artık mutlak resmi ideoloji yapılmıştır. (Belirtmeliyim ki bu kitapta ideolojisi, kurumları, iktisat ve sınıf politikalarıyla Kemalist tek-parti dönemine ilişkin kapsamlı bir çalışmanın yalnızca kimi ipuçları bulunuyor.)

Bir noktayı daha hemen belirtmek isterim: Ziya Gökalp’e bir-iki adım uzaklıkta duran Kemalizm/Atatürkçülük konusunda çok ama çok önemli bir ayrımın yapılmasının zamanı gelmiştir. Her ideoloji gibi (isterseniz daha gevşek bir anlamda siyasi zihniyet, hatta pragmatik aksiyon programı diyebiliriz) Kemalizm de bir bütündür. Bütün ise parçalardan oluşur. Parçalar doğru anlaşılmadan bütün de tam doğru anlaşılamaz. Ayrıca her bütünün de kendi içinde tam uyumlu ve tutarlı olması gerekmez. Bu bakımdan da, parçaların iyi anlaşılması şarttır. Kendi çalışmalarımda kullandığım ve yararını gördüğüm bir ayrım şudur: Kültürel Kemalizm ve Siyasal Kemalizm. Kültürel Kemalizm özellikle laikliği, akılcılığı, köktenci kültürel reformculuğu ile ileri ve kalıcılığı korunması gereken bir ideoloji ve harekettir; öte yandan esas olarak solidarist korporatist nitelikteki “Siyasal Kemalizm” ise otoriterliği, devletçiliği, tek-particiliği ve “şefçiliği” nedeniyle demokratik ve ilerici olduğu savunulamayacak bir tarihsel siyasal ideoloji ve rejim türüdür. Bırakın sosyalizm aşısının tutmasının olanaksızlığını, sosyal demokrasiyle bile bağdaşmasına imkân yoktur. Ne denli içtenlikli olursa olsunlar, 27 Mayısçı “sol Kemalizm” de, 12 Eylül sonrası SHP ve DSP Altı Okçuluğu da zayıf ya da iç gerilimi yüksek sentezler değil, bağdaşmazları bağdaştırmaya çabalayan “tutmaz sentezler”dir. (Ve ne hazindir ki Türk ilerici siyaseti 60 yıl sonra hâlâ “Altı Ok”tan başka bir program üretememiş bulunuyor. Ve aynı zamanda ne çarpıcıdır ki Gökalpist-Kemalist dayanışmacı-solidarist korporatizm hâlâ bu denli etkili ve kapsayıcıdır.)

Gelelim işin öteki yanına, faşizan korporatizme. Kitabın İngilizce baskısının Önsöz’ünde şöyle yazmıştım: “Türkiye’de 12 Eylül 1980’de bir askeri darbe daha oldu. Öyle sanıyorum ki bu incelemenin tezi, darbeyi ve darbe sonrası gelişmeleri de açıklayıcı niteliktedir. (Buna karşılık, olaylar da kitabın tezini doğrulayıcı niteliktedir.) Dolayısıyla metinde herhangi bir değişiklik yapmam gerekmediği gibi, son bölümde kullandığım zaman kiplerini bile olduğu gibi bıraktım. Burada bir noktayı özellikle vurgulamak isterim. 20. yüzyıl egemen siyasi düşüncesinde bulunduğuna, Gökalp’in düşünce sistemini vesile yaparak işaret ettiğim temel “ideolojik sabitler”, belli bir soyutlama düzeyindeki geçerliliklerini 1980’lerde de korumaktadır. 1981 sonrası somut politik gruplaşmalar ve ittifaklar, yabancısı olmadığımız siyasi aktörlerin yabancısı olmadığımız bir siyasal uzam içindeki örgütsel yeniden toparlanmalarından ve hafif konum değişikliklerinden başka bir şey değildir. Bu siyasal uzanımın ideolojik parametreleri de artık açık ve seçik resmen korporatist tanımlara uyuyor ve korporatist kurumlar, yasalar ve uygulamalar artarak sürüyor.” Buna şimdi bir cümle –bir soru cümlesi– daha ekliyorum: 12 Eylül rejiminin faşizan korporatizmi ile bugünkü (1989) ana muhalefetin Altı Okçu solidarist korporatizmi, bu incelemenin tezini doğrulayan tam bir “ulusal dayanışma” (“milli tesanüt”/“nasyonal solidarizm”) tablosu oluşturmuyor mu?

Bazılarına belki ilk bakışta hayli toptancı ve kestirmeci gelebilecek bu nitelemelerin teorik gerekçeleri ve teknik tanımları ilerideki sayfalardadır. Ben yerleşmiş yanlış klişeler ve analitik olmayan, öznel, duygusal, hatta sıfatlar kullanılarak yapılagelen siyasal çözümlemeler yerine, teknik terimlerle ve teorik düzeyde yürütülecek bir tartışma zemininin oluşmasına katkıda bulunmaya çalışıyorum. Alt ve orta soyutlama ve çözümleme düzeylerinde bakıldığında Türkiye’de çok farklı, hatta karşıt görülen/sanılan bazı akımların/grupların, daha yüksek bir soyutlama planında incelendiğinde çok daha temel ortaklıkları olabileceğini hatırlatmayı deniyorum. Kısacası, Türk siyasal yaşamı ve söylemindeki sürekliliği ve durağanlığı anlamak ve aşmak isteyeceklerin kafalarını bu korporatist şemsiyenin altından çıkarmaları gerekir diye düşünüyorum. Çünkü solidarist “Siyasal Kemalizm” içerecek her “sol” hareket de, teorik-mantıksal olarak korporatizmin iki alt türünden birinin kimi özelliklerini şu ya da bu derecede taşımaktan kaçınamayacak, güçlü bir iç tutarlılıktan yoksun kalacaktır.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X