Güzella Bayındır, "At Çalmaya Gidiyoruz. Geliyor musun?", kitapeki.com, 17 Şubat 2017
Bir kitap kurdunun başına gelebilecek en kötü şeylerden biri okunmak üzere alınan kitaplarının bir daha asla kitaplıktaki yerlerine dönmemesidir. Oysa ödünç aldığı kitapları iade ettiği poşetin içine ‘senin kitaplar doğurdu’ diye not yazıp, yeni kitaplarla teslim eden arkadaşım var benim, ne güzel ve ne büyük incelik. Üstüne üstlük ‘yavru’ kitaplar aklımı yerinden oynatan cinsten. Daha ne olsun.
Bunların arasında yer alan iki kitap günlerdir aklımı kurcalıyor. İlki Güney Koreli yazar Han Kang’ın Vejetaryen adlı romanı–ki o başka bir metnin konusu olsun-, diğeri ise Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz’ u.
“Ne zaman acıtacağına sen kendin karar verirsin”
Per Petterson’un 2003 yılında kaleme aldığı ve Deniz Can Efe’nin Türkçe’ye kazandırdığı At Çalmaya Gidiyoruz’un 2015’te yapılan ikinci baskısı elimdeki. Yazar bu romanıyla tüm dünyada haklı bir üne kavuşmuş ve ülkesinde önemli ödüller kazanmış.
Norveç doğumlu Per Petterson’un Türkçe’ ye çevrilmiş iki kitabı daha bulunuyor. Yazarın, Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Reddediyorum romanları da yine Metis Yayınları tarafından yayımlanmış.
“Bu yerle ilgili planım çok basit. Yaşadığım en son yer olacak. Bunun ne kadar süreceği üzerine kafa yormadım. Burada günübirlik yaşıyorum.”
Romanın kahramanı Trond, 70 yaşına merdiven dayamış ve Norveç’in orman köylerinden birinde inzivaya çekilmiştir. Milenyuma bir kala, köpeği Lyra’ya birlikte ahşap bir kulübede, yaşamını sürdürecek kadar teknoloji ve gereken kadar sosyallikle yaşamakta. Kimdir? Neden orayı seçmiştir? Yeni birileriyle tanışacak mı? gibi sorular sordurarak başlayan roman, soruların bir kısmının yanıtlandığı, bir kısmının ise okuyanın hayal gücüne bırakıldığı bir akışla gelişir ve sonuçlanır.
Trond’un babasıyla birlikte geçirdiği 1948 yazının kimi ayrıntılarını romanın ilerleyen sayfalarında açıklığa kavuşturan Petterson, kurgusal olarak farklı bir yol denemiş ve bunda çok başarılı olmuş. Aslında her birinden birer roman çıkacak kadar oylumlu öyküyü, dingin bir atmosferle, iri iri laflara ihtiyaç duymadan anlatmış.
Romanın kurgusunu ikili zamanla örmüş yazar. Geriye dönüşlerle anlatılanlar, şimdiki zamanda anlatılan hikâyeyle birbirini tamamlıyor. Kurguda kullanılan teknik kolayca kafa karışıklığına neden olabilecekken, sanırım edebi eserin usta işi oluşu burada ortaya çıkıyor ve okuyucuda böylesi bir sıkıntıya neden olmuyor. En azından kendim için bunu rahatça söyleyebilirim.
Geriye dönüşlerle anlatılan zaman dilimi her ne kadar Trond’un 15 yaşı olsa da anlatılan aslında babanın hikâyesi. 1948 yazında anlatılanla 1942’de başlayan Nazi İşgaline direniş hikâyesi, roman boyunca geçen kimi kahramanların direniş üyeleri olmaları, bu kişilerin babayla olan ilişkileri hikâyenin önemli unsurları.
“Dönüp baktığımda Franz’ın kolundaki kızıl yıldızı gördüm. Güneşte parlıyor, parmaklarını hareket ettirdiğinde ya da yumruğunu sıktığında bir bayrağın ortasındaki yıldız gibi dalgalanıyordu. Franz sık sık yumruğunu sıkıyordu. Herhalde komünistti. Orman işçilerinin çoğu öyleydi ve babam haklı olduklarını söylemişti. … o gün babam onun merdivenlerini çıkıp kapısını çalarak önceden anlaştıkları o sözleri söyleyene kadar karşılaşmamışlardı. ‘Geliyor musun? At çalmaya gidiyoruz.'”
Babasıyla geçirdiği o yazdan sonraki elli yılına dair Trond’un hayatında yer alan hemen hiçbir şey yok At Çalmaya Gidiyoruz’ da. Babanın Trond’u onunla dönmeyeceğini bildiği halde o orman köyüne neden sürüklediği, hakkındaki bilgileri neden başkasına anlattırdığı, Trond kente döndükten sonraki yaşantısı soru işareti olarak kalıyor.
Romanın asıl kahramanının ve hesaplaşılanın baba olması yönünden baktığımızdaysa sorular hükmünü yitiriyor, romanın sizi neden bu kadar etkilediğini anlıyorsunuz.
Geliyor musunuz? At çalmaya gidiyoruz.