Cemal Karakuş, "Yücel Kayıran'ın Efsus'a Yolculuğu", Mavi Posta Dergisi, Londra
Yücel Kayıran, şiir dünyamızın önde gelen adlarındandır, hem şair, hem şiir eleştirmeni, hem şiir kuramcısı olarak…
İlk 1997 yılında “Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu ile tanıdık Yücel Kayıran’ı sonra sırası ile
Beni Hiç Göremezsin, Çalgın, Son Akşam Yemeği ve Efsus’a Yolculuk
Efsus’a yolculuğu diğer eserlerinden ayıran en önemli özellik destanımsı yapısı iken klasik destanlardan ayıran en büyük özelliği ise anlatıcı ve kahramanın aynı kişiler oluşudur bu bağlamda Efsus’a yolculuk bir anlamda şairin yolculuk destanıdır diyebiliriz
Efsus’a yolculuk şu cümlelerle başlar.
“ne zaman yıkıldı doğrularıma inancım
ve yönüm kendi yoluma çevrildi
sona erdi sanki içimdeki başkalaşım”
‘’İnsan yaşadığı yere benzermiş’’, Yücel Kayıran yaşadığı coğrafyanın tüm hazinesini kendinde biriktirmiş, biriktirdiği şeyleri özümsemiş, bir süzgeçten geçirmiş, çoğu zaman yalın bir diyalektik analizle zamanı bükmüş, bir yol döşemiştir.
Felsefecidir aynı zamanda, her anlatılan kesit bir felsefi yolla yoğrulmuş, çağın dilini kendi dilinde yaratmış bir bilgelik taşımaktadır.
Yücel Kayıran’da şiir-felsefe-diyalektik kendi yolunda materyalizmi beslemiş, anlatılan tüm süreç kesitler halinde içlerine tohum olarak atılıp büyütülerek nihai amaca yani felsefenin diyalektik ve materyalist boyutunda başak vermiştir.
Efsus’a Yolculuk Kayıran’ın kendi dervişliği ile başlayan kendini bulma serüveni olduğu kadar serüveninin içsel yolculuğu, çelişkilerden sonuçlar çıkarma, verilen ve sunulana takılı kalmadan kendi yolunu sonsuz evrende arayana bir felsefe yolu da açmaktadır ki
“kim” olduğundan çok “ne” olduğuyla tanımlanmalı
böyle inerek dönerken”
dizeleri bu yolculuğun aynı zamanda bir anlama ve aydınlama yolculuğu olduğunu da bize göstermektedir…
Kayıran’ın betimlemeleri, tanımlamaları hem şiirsel hem de romansal bir yolculuk olarak sizi sürükler. Pınarbaşı’na gitmiş kadar sizi yolculuğa çıkartır, cırcır böceklerinin hışırtısını üfler gibi fısıldar kulağınıza. Anlatımın ve dilin gücü aynı zamanda Türkçenin derinliğini de oluşturmaktadır…
Yücel, şiirinde suya sabuna dokunmanın kıyısından değil içinden süzülüyor yaşamın.
Nasıl mı? Yeri geliyor, yaşamın adil olmadığını, zengin ile fakirin ayrımını ifşa ediyor, yeri geliyor
tarihteki ilk sınıfsal çelişki olmasa da, Mikail’den yola çıkarak anlatılan kardeşler arasında ki sınıfların oluşumu ve bu sürecin yaratığı tahribatı
“kimse bilmez gibi
yer kardeşler de birbirini
Yusuf değil, her kardeş sanki bir Mikail
terk etmem gerekir idi içinde büyüdüğüm medeniyeti
öyle değil mi Mikail!
İnanıyor musun buna Mikail!
kardeşler de yer birbirini
sınıf farkı ile koruyorsun dünyadaki konumunu değil mi Mikail
bütün şer senden geliyordu Mikail!
haset senden geliyordu, hasis senden
nefret ve bastırılmış hınç senden.’’
dizeleri ile bize sunuyor…
Yücel Kayıran diyalektiğinde mülk sahibi sınıfların karakteristik özeliğini ortaya koyarken, onun yaratığı kötülüklerin ve tahribatın kökünü de bu bağlamda birleştirmiş, kaynağını da de-şifre etmiştir şiirinde.
Kayıran eserinde sınıf çelişkilerini işlerken aynı zamanda toplumsal bozulmanın alt yapısını da ortaya koymaktadır, tıpkı
‘’her kardeş yayından çıkan oka benzer
yayda ki yer aynı. Fakat
varılan hedef farklı
kabul edilebilir değil onuru kardeşlikteki sınıf farkının’’
dizelerinde olduğu gibi
Şiirinde işlediği temalarda Yücel, hem ağır yaşam koşullarını irdelerken, hem de ona çıkış noktasında da bir yol sunmaktadır.
“henüz senin gözlerinle bakarken dünyaya
yol alırken senin içime çizdiğin haritada
kazılan kuyulara düşmek..
şantiyede çalıştığım günlerde de
kimse bilemez ne kadar istedim hasta olmayı
hasta olmak tatile çıkmak gibi bir şeydi sanki dünyada
sadece hasta olduğum günlerde dinlendim
dinlenmek gibiydi aynı zamanda, kuyuda olmak’’
‘’en iyi okuldur yenilgi yılları’’
Yücel Kayıran’ın şiirinde ki felsefe yoğun bir diyalektik içerirken, diyalektiği bükmeyi onu materyalist bir düzlemde sonuca da götürmektedir, şiirinde kabullenme ve biat yoktur ve devrimcidir ve ’Devrim şartı’’ ile başlayan kesitinde bir yol döşemektedir.
“devrim şarttı her ben kendi yazgısının öznesi olacaktı”
“devrim şarttı inanmıştım hâlâ da inanırım inanmak hakikatle yaşamaktı”
‘’Devrim şarttı, bize ait olan, ona ait olmayandan sökülerek geri alınmalı’’
‘’işten çıkarma yasağını çiğnediler sonra
tanrının ölümsüz vaadini..
kimse iş vermedi bize Mikail
olağanmış gibi bu olup biten,
sen öylece seyrettin bizi Mikail
eşit işe eşit ücret fikrini savunmak neden suç
yalan söyleyene, her kim olursa olsun yalan söylüyor demek
neden krala bir hakaret..
Bazen sorular sorar şiirinde güncele dair
‘’yalan söyler mi bir kral, vakıf arazisine kurulacak bir yazlık için
yalan söyler mi bir kral, krallığını daimi kılmak için’’
Bazen Cumartesi Annelerinin acısını paylaşır bizimle
‘’Dünya yaşanılacak yer değildi
gurur yüzülerek alınıyordu insanın yüzünden
onur.. tırnakları sökülerek..
ifşa edilerek kendimize görünüşümüz
evlerinden alınıp götürülenler var
evinden çıkıp tekrar dönmeyenler
işkenceden geçenlerin yüzünde ağır bir yük
kayıpların tanıklarında ise utanç
teyzemin oğlu.. benden büyük.. tü, o zaman
ikinci Dakyanus döneminde bu
bir neden yokmuş gibi
yani sadece kendi kusuru
gibi bir boşluk oluşuyordu kayıplardan geri
biri öldüğünde, ağlarsınız sızlanırsınız
neticede defteri kapatırsınız, toprak örtmüştür üstünü
kayıpta o boşluk bakar size, kapatamazsınız defteri ‘’
‘’Beş yüz doksan iki hafta, her cumartesi
hayatını kaybedene kadar hükümet konağına gitti teyzem
‘’oğlumu istiyorum’’ diye.. ‘’oğlumu istiyorum!’’
copladılar.. gözaltına aldılar.. biber gazı sıktılar
yok hala ‘’analara kıymayın efendiler’’ vicdanı..
sonra sonra.. dindar Dokyanus döneminde
meczup muamelesi yapmaya başladılar
hoş görmeye.. ‘’gel teyze otur şöyle’’..
sanki teyzenin oğlu kayıp değilmiş gibi..’’
‘’Sokağa çıkmaya başladığımızda gördük
yasak son erdiğinde günler sonra
bombalanmış, harabeye dönmüş evleri
o zaman duyduk ölü bedenlerin de olduğunu..
‘’tanrıların aslanlarının timi’’ diye yazmışlar
çatısı çökmüş evlerin ayakta kalan duvarlarına..’’
“
‘’önce vatan’’ !
‘’önce vatan’’ !!
‘’önce vatan’’!!!
Kendi memleketlerinin duvarlarına değil de
neden bizim dağlarımıza yazılır ‘’önce vatan’’
medeniyet kendi memleketlerine
bize ise ‘’önce vatan’’..
Bazen şiirinde tarihi sorumluluk ve asimilasyonun yıkıcılığı çıkar karşımıza
‘’Hacın’da olanlar burda da olmuş.. Zeytun’da da.. Efsus bulanık..
konu açıldığında susardı babam..
eskiler yemin ettirmiş.. bulamadı,
altın aramayı da bırakmadı gidenlerin arazilerinde’’
‘’Serkis Çayırı vardı eskiden. Türkçayırı şimdi
dorukta yamaca kurulmuş bir Kürt köyüdür,
gitmiştim bir keresinde, iki devrimci gömülü..
büyük ceviz ağaçları vardır, gençleri iltica etti
yeni bir hayat kurdular belki de düşük ücrete sermaye’’
‘’Maravuz ise şimdi Dağlıca
hayatta kalabilmek için din değiştirmeleri
gibi birçok insanın yüzyılın başında
başka dilin insafına bırakıyor izlerini her yıkımdan sonra
ölmekte olan bir uygarlık nasıl devam ederse
bırakarak kendini bir başka ulusun insafına
geçiyoruz Yalak’ı, geçer gibi bir çevre yolundan
nasıl verilmiş ise adı Efsus’a Bekçioğlu Emir Afşin’’
Aynı zamanda Türkçenin akıcılığında bir dil şölenidir Yücel’in şiiri, sanırım bir dil ancak bu kadar güzel kullanılır.
‘’rüzgarın salınımı
sizin etinizden geçerek iner toprağın köküne
sizden gelip geçen her ne ise.. o kalır sizde’’
‘’Ashab-ı Kehyf fikri o zaman doğdu bende, ve
kendimi yerin altına giden yola aldım
tenhaydı, keşiften uzak araziler gibi
toprağın içinde ilerlemek nasıldır
firariler bilir bunu, gözün ürkekliği..’’
‘’sanki kendimden dışarıya akarak kabın dibinden
kabın dibinden kendime doğru büyüdüm’’
‘’Nefretimin nedeni efendinin diyalektiğinde
çirkinleşmek vardı sözün kuruntusunda
insan onuruna yakışmayan bir biçim
ve duygunun kokusuna bulanmak
yağ ve şekerden oluşan bir karışıma bulanır gibi’’
Efsus’a Yolculuk benim ilk kitap-eleştiri türünden yazımdır. Yücel Kayıran’ın yolculuğunda tanığız…
“Tohum
Yeryüzüne yerleşince bitki olur
Vardım belleğin dibindeki yere”