Aynur Kulak, "Andrey Platonov’dan özgün, "tuhaf", emsalsiz bir dil", kitapeki.com, 25 Kasım 2017
Andrey Platonov ile yeni tanıştım ve onunla tanışıyor olmaktan mutluluk duyuyorum. Beni Rus edebiyatının sosyalizm günlerine götürdüğü ya da Dostoyevski, Tolstoy, Çehov ve Gorki’yi hatırlattığı için değil; salt Platonov gibi bir yazarın Çukur kitabını okumuş olmaktan dolayı mutluyum.
Ne umuyordum ki bu kitabı elime aldığımda? Ne yazıyor olabilirdi içinde? Hikaye nasıl başlıyor? Nasıl gelişiyor? Nasıl bitiyordu? Hikaye neyi anlatıyordu? Metis Yayınları tarafından yayımlanan Andrey Platonov romanı Çukur’u okumaya başlamıştım.
Devasa boyutlarda yapılacak olan bir binanın çukuru kazılıyordu komünizmin doğduğu topraklarda. Bir nevi gelecek tasarlanıyordu kazılan çukurda. Komünizmin tam zıttı bir değişim söz konusuydu çünkü. Kapitalizm adı verilen bu değişimin insanlar üzerindeki etkisi, yaşanan olaylara ve beklentilere göre değişiyordu elbet. Fakat Çukur’un karakterlerine baktığımızda tam da arayış içinde olan bir toplumun kapitalizmle olan sınavının çok sancılı olduğunu okuyoruz. Platonov yine de işçi olmanın, gerçekten çalışarak kazanmanın zorluğuyla cebelleşen insanların var olabilme savaşını kapitalizme rağmen anlatmak istiyor. Anlatabilmek adına da bireylerden yola çıkıyor tabii ki. Voşov ile tanışıyoruz… Kendi varlığının, kendini bulma sürecinin peşine düşen Voşov ile…
“Voşov dairesindeki eşyaları bir çuvala doldurdu, geleceğini açık havada daha iyi kavrayabilmek için dışarı çıktı. Ne var ki hava boştu, kıpırtısız ağaçlar sıcağı yapraklarında titizlikle koruyor toz ıssız yolu keyifsizce örtüyordu – tabiatta durum buydu. Voşov nereye sürüklendiğini bilmiyordu ve şehrin kıyısında yuvasız çocukların emek ve faydaya alıştırıldığı çiftliğin alçak çitine dirseğini dayadı.”
Çiklin var. Çiklin sosyal sınıfı her şeyin üstünde gören (devletin, bürokrasinin) bir karakter. Natsya ise en iyimser kişi. Güzel günlerin bir gün geleceğine mutlaka inanan Natsya romanın en iyimseri. Platanov dönüşen toplumda arayış içinde olan insanları ana başlıklar etrafında toplayıp (çukurun etrafında da diyebiliriz) aktarmak istediği fikirlerin etrafında hikaye örgüsünü tamamlamış.
Varlığını bulmaya çalışan ve bunun için mücadele eden insanları Voşov karakteriyle; sosyal sınıfa olan inancı ve o sınıfın gücünü Çiklin ile, ne yaşanılırsa yaşanılsın toplumun bozulmaması gerektiğine inanan iyiden ve iyimserlikten yana olan Natsya ile bir toplumun ana hatlarından, kılcal damarlarına tüm ayrıntılarını gördüğümüz Çukur dönemin Rusya’sını gösteren bir ayna niteliğinde.
“Bir tek Voşov mekanik olarak uzaklara bakarken güçsüz ve neşesiz duruyordu; ortak varoluşta bir şey var mı yok mu bilmiyordu hala; kimse ona evrensel tüzüğü ezbere okuyamazdı, yerin yüzeyinde olup bitenler ise onu cezbetmiyordu. Biraz uzaklaşan Voşov ağır adımlarla kırda kayboldu ve kimselere görünmeden, artık çılgın koşulların bir parçası olmadığı için memnun, uzandı.”
Birey, toplum ve devlet. Aslına bakarsanız Rus edebiyatını tanımlamak adına genel olarak söylenebilecek olan bu üç kelime Platonov romanı Çukur için de söylenebilir. Çukur’da absürt diyaloglar ve karakterlerin kendilerini bulma süreçlerinde yaptıkları absürt hareketler tuhaf bir dili ve anlatım tarzını da beraberinde getirmiş. Fakat varoluşsal sorgulamayla beraber sosyalizmin idealleri söz konusu olunca bu absürtlük hiç de göze batan bir unsur değil. Hatta Çukur’u dil ve anlatım düzeyinde etkili kılan yegane etken.
Platonov’un 1930 yılında tamamlamış olmasına rağmen 1987 yılında yayımlanabilen Çukur yakın dönem Rus edebiyatının başı çeken kitaplarından diyebiliriz. Günay Çetao Kızılırmak çevirisiyle yayımlanan Çukur’un kapak tasarımı da romanın çok güzel bir özeti gibi. Kendini arama sürecindeki bireyin büyüdüğünde neye benzeyeceğinin ta kendisi. Çukur büyüdükçe oluşan kendimiz miyiz acaba?