| ISBN13 978-605-316-097-7 | 13x19,5 cm, 168 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Emek Erez, "İdealler ve yaşananlar çelişkisi", Edebiyat Haber, 25 Eylül 2017 Her şeyin geleceğe dair olduğu, şimdinin kaybolduğu, insanların devamlı bir şeyleri anlama ve anlamlandırma çabasına giriştiği bir yer hayal edin. Ya da Andrey Platonov’un Çukur adlı romanını okuyun. Stalin döneminde emekçilerin “hayatın ortak ve uzun” anlamına dair giriştikleri mücadelenin anlatıldığı ve yazarın komünizm karşıtı olarak damgalanmasına da sebep olan bu kitap geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları tarafından, Günay Çetao Kızılırmak çevirisi ile tekrar basıldı. Metin bir yanda devrime olan inançla kendi varlığını unutmuş bireylerle bizi karşı karşıya getirirken, diğer taraftan hayatın anlamını ve hakikatini sorgulayan karakterlerle dönemin hissiyatını, çelişkili yanlarını, iktidar ilişkilerini, devlet kurumunun ve ideolojilerin birey üzerindeki etkisini sorgulamamamızı sağlıyor. Dünyanın kapitalizm tehlikesi çevrili olduğuna inanan ve tek kurtuluşu işçi sınıfında gören insanların ruh hâli ve Platonov’un eleştirel bakışı sanırım kitabın belirleyici yanlarından. Ayrıca insanın hiç bitmeyen varlık kaygısı da diğer bir tema olarak çıkıyor karşımıza. Metni okurken dünyanın ve yaşamın hakikatine ulaşmanın herhangi bir ideolojiye sorgusuz itaat etmekle ilgisi olup olmadığını devamlı düşünüyorsunuz. Ki Platonov’un anlatısını belirleyen nokta bana kalırsa tam da burada yatıyor. Yazar anlatısının alt metniyle büyük idealler, evrensel bir dünya ve evrensel bir insan mümkün mü sorusunu devamlı olarak aklımızda tutmamızı sağlıyor. Ayrıca karakterlerin diyalogları arasına yerleştirilen farklı düşünceler karşılaştırma yapmamızı olanaklı kılıyor. Böylece hangi ideal olursa olsun dünyanın öyle genel anlamları olmadığını, devletler ve hiyerarşi hüküm sürdüğü sürece insanın mutluluğunun sınırlı olacağını fark ediyorsunuz. Kitap boyunca kurulan genellikle geleceğe atıfta bulunan, inançlı cümlelerin metnin geçtiği dönemde karşılıksız kalması içinizde derin bir hüzün bırakıyor. Çünkü şimdide anlamını bulamayanın, ilerleyeceği ve iyiye gideceği düşünülenin, dünyada bugüne kadar mümkün olmadığını hatırlıyorsunuz. Platonov bunu çok iyi ifade eden bir yazar bana kalırsa ve Çukur adlı romanında da bunu görmek mümkün. Platonov’un Çukur romanında her karakterin temsil ettiği bir düşünce olduğunu düşünüyorum. Öne çıkan birkaç karakterden bahsetmemiz gerekirse; dünyanın ve yaşamın hakikatinin peşine düşen, kendi varlığını sorgulayan Voşov, proletaryayı her şeyin öncüsü ve anlamı gören Çiklin, geleceğin güzel günlerine olan inancı simgeleyen küçük Nastya, bürokrasiyi temsil eden aktivist, bilimi simgeleyen mühendis ve dahası. Platonov karakterlerinin simgelediği fikirler ile anlatısını örmüş diyebiliriz. Bu nedenle her karakterin davranışları, olaylara bakışı bir şekilde söylem eleştirisine dönüşüyor. Örneğin Voşov; hakikati bilen insanlar olarak gördüğü emekçilere yakınlık duyuyor ancak hem onların hem de kendisinin içinde bulunduğu anlamsızlığı sorgulamaktan kendisini alamıyor. Çünkü ortak ve bir arada yaşamak amacıyla yapılan “proleter evi” için gece gündüz ter döken işçilerin de bir şekilde yanılabildiğini görüyor, çukur kazılacak, birlikte yaşanacak binalar inşa edilecek, güzel günler gelecek inancıyla didinip duran bu insanların şimdisi yok, çukur aslında karşılıksız bir alın teriyle dolmuş mezar gibi. Çiklin ise hep umutlu geleceğe dair, sınıfı gücü elinde tuttuğu sürece, devrim başarılı olacak, burjuvalar yenilgiye uğrayacak, kapitalizme direnilecek onun inancı bu. Ancak evlat edinmek zorunda kaldığı hayali kurulan güzel günlerin göstergesi, sınıf bilinciyle yetişen küçük Nastya’nın ölümünün de simgelediği bir şeyler olsa gerek bana kalırsa. Yazarın karakterleri üzerinden anlattığı aslında Stalin dönemi Rusya’sının çelişkilerinin bireyler üzerinde yarattığı kaygı, uygulamalar ile düşü kurulan arasındaki derin yarık. Ve bu yarığın yaratılan karakterlerin yaşamları üzerinden vücut buluşu bir anlamda. Platonov, genellikle aydınlık olarak tahayyül edilenin, karanlık yanlarını gözler önüne seriyor böylece. Platonov’un Çukur romanı toplum, birey ve devlet üçgeninde geçen bir çatışmalar metni olarak da tanımlanabilir. Her şeyin bilimsel verilerle açıklandığı, evrensel dünyaya ve insana dair inançların en üst seviyede olduğu bir toplum, uygulamaları kesin olarak “iyi” kabul edilen bir devlet ve bürokrasi anlayışı ve tüm bunların yanı sıra aşılamayan bireysel varlık sorunu. Hayali kurulan dünyanın mümkünlüğüne duyulan inanç ile pratikte oldukça farklı sürülen bir yaşamın çelişkisi. Platonov’un anlatısının alt metinde sorguladığı temel konular böyle özetlenebilir sanırım. Ve bu konuların okurun zihninde doğurduğu sorular elbette yadsınamaz. Mesela benim sorularım şöyle, bir toplum hayal edilince ona uygun özneler biçimlemek mümkün mü? Topluma ve dünyaya faydalı olmak amacıyla her şeyinden vaz geçmiş bedenler, kendi varlıklarını sorgulamayı bırakabilirler mi? İnsanın varlık sorunu hangi ideolojiye inanırsa inansın aşılabilecek bir konu mu? Daha da ötesi hayatın anlamı evrensel olarak belirlenebilir bir durum mu? Bana kalırsa cevabı herkese göre değişir bu soruların ancak hissettiğim Platonov’un da bu sorular üzerine düşündüğü. Platonov’un anlatısı komünizm karşıtı olarak değerlendirilse de bana kalırsa karşıtlık ile eleştirel bakış arasındaki çizgi görmezden gelinmiş. Bunun döneminin bakış açısıyla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü metin boyunca direkt bir karşıtlıktan çok ideal olarak ortaya konan ile pratikte yaşananın çelişkisi karakterlerin ruh haliyle birleştirilerek anlatılmış. Platonov bu metninde de insanın varlık kaygılarını görmezden gelmemiş çünkü bana kalırsa da düzen ne olursa olsun insanın yaşamına ve dünyaya dair anlam soruları devam edecektir. Bu nedenle metnin en sevdiğim yanı bu oldu. Çünkü insanın tüm anlamların sonuna geldiğini hissetmesi demek bir şekilde dünyaya ve yaşama duyduğu inancın da körelmesi, gizemin kaybolması, “büyünün bozulması” demek. Ki böyle bir durumda ortaya çıkan “hiçlik” vaz geçişle de sonlanabilir. |