Arsen Kocaoğlu, "Ortadoğu sokağında siyaset", Agos Gazetesi, 3 Mayıs 2016
"Siyaset Olarak Hayat alışılmamış bir kitap…", diye belirtiyor Asef Bayat. Gerçekten de okumaya başlar başlamaz önsözünden itibaren genel paradigmaların çok dışında kalan bir çalışma ile karşı karşıya kaldığınızı anlıyorsunuz. Çalışma karşımıza Ortadoğu’da toplumsal ve siyasal hayatın çeşitli veçheleri hakkında on beş yılı aşan emeğin ve düşünmenin ürünü olarak çıkıyor.
‘Gayri hareketler’, ‘var olma sanatı’, ‘siyasal sokak’, ‘post İslamcılık’ gibi kavramlar çerçevesinde şekillenen eser, Ortadoğu’da yoksulların, marjinalleştirilmiş grupların, kadınların, gençlerin yani hem ötekileştirilenlerin hem de sıradan olanların gündelik hayat pratikleriyle düzeni nasıl şekillendirdiklerini bu bağlamda mücadele biçimlerini, devletle, ekonomiyle ve toplumsal hareketlerle ilişkilerini inceleyerek sistem-fail çatışması içerisinde sıradan insanların failliğini ön plana çıkarıyor.
Gündelik hayata dair
Seçkin siyaseti bir yana madun grupların iradesine dayanan sarsıcı bir anlatı... Kitap hakim anlatıyı tersine çevirerek, dikta rejimlerinin yarattığı toplumsal grupları, siyaseten marjinalleştirilmişlerin ve madun grupların polis devletlerinin komutlarına karşı edilgen bir halde bulunmadıklarına dikkat çekerek gündelik hayatın; mahalleler, işyerleri, sokaklar gibi özel alanlarla birlikte bir mücadele biçimi olarak nasıl ortaya çıktığını gözler önüne seriyor.
Türkiye ve Endonezya
Bayat, var olma sanatı üzerinden toplumsal-gayri hareketleri odak noktasına getirirken; Ortadoğu’da otoriter yönetimlerin örgütlü aktivizme karşı gösterdiği şiddetli tepki karşısında toplumsal ve siyasal hareketlerin nasıl ayakta kalacağının cevaplarını arıyor ve bunu yaparken de mücadeleci/toplumsal hareketleri anlamlı değişimi üretecek temel araçlar olarak ele alıyor. Üstelik toplumsal ‘gayri hareketlerin’ sadece Ortadoğu’daki otoriter yönetimler karşısında nasıl bir duruş sergileyeceğini sorunsallaştırılmakla kalınmıyor; aynı zamanda Türkiye ve Endonezya gibi seçim demokrasisinin görüldüğü devletlerde de ekonomik yoksunluğun, toplumsal cinsiyet dengesizliğinin, bireysel hakların ihlali karşısında madunların ne yapacakları sorgulanıyor.
Çalışmanın asıl ruh ve odağı ‘var olma sanatı’na dayanıyor ve bizlere failliğin hikâyesi anlatılıyor. Asef Bayat’ın çalışması, Ortadoğu’daki toplumsal hareketleri ve hakim sosyal teoriyi eleştirel ve yapıcı bir biçimde ele alıyor.
Gezi vakâsı
Asef Bayat’ın dikkat çektiği ve Türkiye’deki toplumsal hareketleri yakından ilgilendiren diğer bir nokta; seçim demokrasilerinde de ortaya çıkabilecek olan ‘gayri hareketler’ oluyor.
“Gezi vakâsının AKP’nin post-islamcı dindarlığına,milliyetçi yönetimine ve uzlaşmaz neoliberal arayışlarına karşı yıllar içinde gelişmiş olan farklı ‘gayri hareketler’in yanı sıra örgütlü grupların doruk noktasını somutlaştırdığı dahi ileri sürülebilir. Gezi dünyanın geri kalan kısmındaki benzer dağarcıklardan ilham alarak çok tabanlı ve mekânsal bir boyuta büründü.”
Bayat, Gezi’nin diğer bir özelliğine de dikkat çekerek; hareketin ‘işgal hareketi’nin duruşunu benimsemiş olmasının Türkiye’deki yönetimin doğası ve onun liberal olmayan seçim demokrasisi hakkında ciddiyetle düşünülmesi gereken ayrı bir mesele olduğunu belirtiyor.
Hakim paradigmanın aksine
Bayat çalışmasının metedolojik yönüne dair önemli bir vurguda bulunarak; devrim sonrası araştırmaların yaygın pratiğinden kurtulduğunu, yani tarihi geriye doğru okutan süreci sonuca, devrimi öncül anlatıların sonuca ulaşacak şekilde ele almadığını, bu alanda yapılan çalışmaların genel olarak yakalandığı tuzağa düşmediğini iddia ediyor. Nitekim metedolojik olarak ele aldığı özgün yaklaşım ile hakim paradigmanın aksine failliğin gerçekliğini anlatan son derece sarsıcı bir çalışma ortaya çıkıyor.