| ISBN13 978-605-316-026-7 | 13x19,5 cm, 88 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | A'dan X'e, 2008 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Artun Gebenlioğlu , "John Berger dinlemek", Agos Kitap/Kirk, 10 Mart 2016 Jim Morrison, Zapatista Marcos, Michelangelo Caravaggio, İkbal Ahmed... Tüm bu isimlerin berrak bir zihinde nasıl yankılandığını gösteriyor bize İstanbul’dan Gelen Telefon. John Berger, kendi düşünce dünyasında yer edinen, büyük değer atfettiği sanatçılara, filozoflara ve devrimcilere dair görüşlerini müzik eşliğinde yapılan sıcacık bir söyleşide Yücel Göktürk’e anlatıyor. ‘Blind test’ Yücel Göktürk, “Elinde büyüdük” dediği, zihin dünyası ve eserleri üzerine söyleşmek istediği John Berger’la bir ‘blind test’ gerçekleştirmiş. Yani ona belli çağrışımlarda bulunacak şarkılar dinletmiş ve ortaya çıkan düşünceler üzerinden soru cevap yöntemiyle Berger’i okurlara daha yakından tanıtmayı amaçlamış. Çevirisini Yücel Göktürk’ün yaptığı, ilk olarak Roll dergisinde 2009’da yayımlanmış bu söyleşi, Metis Yayınları tarafından Yücel Göktürk’ün önsözü ve Berger’ın ‘Küresel Hapishane’ başlıklı broşürü eklenerek İstanbul’dan Gelen Telefon adıyla kitaplaştırıldı ve tekrar okurla buluşturuldu. Kitap, Tom Waits’in aynı adı taşıyan şarkısıyla (‘Telephone Call From Istanbul’) başlıyor. Berger için Tom Waits ve İstanbul’un ne anlam ifade ettiğini öğreniyor ve çağrışımlarla dolu bir söyleşiye ilk adımı atmış oluyoruz. Berger’a dinletilen şarkıların sözlerinin Türkçeye çevrilerek okuyucunun ilgisine sunulması Berger’ın düşünce pratiğini yönlendiren etmenleri anlamamıza katkı sağlıyor. İngiliz yazar, Jacques Brel’e olan hayranlığını ifade ederken bir müzisyenle, bir düşünür ya da romancıyı bir tutmasının sebebinin hiyerarşiye inanmaması olduğunun altını çiziyor. “Bir rock şarkıcısı pekâlâ bir filozofla kıyaslanabilir, elbette tam tersi de geçerli. Aralarında bir hiyerarşi yok bence, çünkü düşüncelerin, duyguların ya da gözlemlerin ifade edilmesi arasında hiyerarşik bir fark görmüyorum. Merleau-Ponty’yle Jacques Brel veya Camus’yle Edith Piaf veya Aragon’la Noir Désir arasında o anlamda bir fark yok benim için.” Berger’ın, Zapatista Marcos ya da Karl Marx gibi dünyadaki düşünce kalıplarını sarsan kişiler hakkındaki görüşlerini öğrenmekle kalmıyor, toplumsal düzeyde dönüştürücü güce sahip olaylara bakışına da vâkıf oluyoruz. ‘68 olayları sırasında Prag’da bulunan Berger, bu süre içinde siyasal düşüncesinin nasıl şekillendiği sorusuna verdiği çarpıcı cevapla, hayattaki ve edebiyattaki düsturunu edinmesine katkıda bulunan olayı paylaşıyor. Batı Avrupalı devrimcilerin Doğu Avrupa’ya has gerçeklerden uzak olduğuna ve onların bir rüya âleminde yaşadığına dikkat çeken bir Çek öğrenci ona adeta bir hayat dersi veriyor. “’Bize gelince, bizim meselemiz önümüzdeki 24 saati azami özsaygı ve haysiyetle ve asgari tavizle yaşamayı becermek. Bizim tek derdimiz özsaygımızı, haysiyetimizi yitirmeden yaşamak.’ Bu sözler beni sarstı. O gün bugündür ‘azami özsaygı - asgari tavizle yaşamak’ mefhumu kulağıma küpedir. O Çek öğrencinin sözlerini hiç unutmadım. Yazdığım her şey bir bakıma onunla bağlantılıdır.” ‘Küresel Hapishane’ Kitapta Berger’ın ekonomik faşizm üzerine düşünceleri de yer alıyor. Müzik eşliğinde yapılan söyleşiye ek olarak verilen ‘Küresel Hapishane’ adlı, Berger tarafından kaleme alınan broşür, neoliberalizmin yıkıcılığını gözler önüne seren bir manifesto. Sanayi toplumundan finans sermayesinin hüküm sürdüğü bir sosyal düzene geçişle birlikte insanın mahkûmiyetinin nasıl farklılaştığına dair gözlemlerini okura tüm çarpıcılığıyla aktarıyor Berger. Yaşamakta olduğumuz dünyanın, ucu bucağı olmayan bir hapishane haline geldiğini kelimelerini esirgemeden tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor. Öte yandan bunu öylesine naif bir dille yapıyor ki güvenilir bir dostun içten nasihatlerini dinliyormuşuz gibi hissettiriyor. Böylece onun kişiliğini ve yazarlığını neyin özel kıldığını bir kez daha anlama fırsatı buluyoruz. Berger’in sanat anlayışı özgürlük esasına dayanıyor. Eğer okurunun özgürleşmesinde en ufak bir payı varsa, bunu yazarlık gayesini gerçekleştirme yolunda büyük bir adım olarak kabul ediyor. İstanbul’dan Gelen Telefon büyük bir yazarın dünyayı nasıl kavradığı hakkında önemli ipuçları sunuyor okura. Yücel Göktürk’ün gerçekleştirdiği söyleşide müzik, neden olduğu çağrışımlarla Berger’ın zihnine girmemizi kolaylaştıran bir anahtar işlevi görüyor. Bir rock şarkısıyla birlikte aralanan bir kapının ardında bizi Zapatista Marcos’un beklediğini fark ediyoruz. Derken, kendimizi Spinoza ve Marx’ın kapitalizm eleştirileriyle baş başa buluyoruz. Tüm bunları tamamlayan ise Berger’in yazdığı ‘Küresel Hapishane’ broşürü oluyor. İstanbul’dan Gelen Telefon kısa fakat mutlaka okunması gereken; müziği, edebiyatı ve siyaseti harmanlayan sıcacık bir kitap. |