ISBN13 978-975-342-504-9
13x19,5 cm, 168 s.
LİSTE DIŞI
BASILMAYACAK
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
Aytekin Yılmaz diğer kitapları
Hapishaneden Şiirler, 2005
Müge İplikçi diğer kitapları
Yıkık Kentli Kadınlar, 2002
AYIN ARMAĞANIAYIN ARMAĞANI
Diğer kampanyalar için
 
Hapishaneden Öyküler
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Hazırlayan İsim: Aytekin Yılmaz, Müge İplikçi
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Şubat 2005

Siyasi tutukluların 1994-2004 yılları arasında hapishanelerde yazdıkları öykülerden oluşuyor bu seçki. Mardin'den Edirne'ye kadar pek çok hapishaneden gönderilenler arasından seçilen on sekiz öykü, kapatılmış hayatların, bulundukları ortama ve kendilerine dair, ama aynı zamanda anıları üzerinden dışarıya dair izler taşıyor.

"İçeriden gelen seslere kulak verme" çabası olarak adlandırılabilecek olan seçki, edebiyat içinden döneminin kültürel, sosyal ve politik çerçevesini çizen bir belge olma iddiasını da taşıyor.

İÇİNDEKİLER
Müge İplikçi, Sezai Sarıoğlu, Aytekin Yılmaz, Önsöz
Nergiz Gün Uzun, Uykusu Bölünen Çocuklara
Veysel Avcı, Tombiş
Özgür Soylu, Hüzün Kaldı Geriye
Fatma Özbay, Palamut
Cafer Solgun, Cihangir'de Bir Ev
Aytekin Yılmaz, Qırıxlar
Sibel Öz, Gelemedim
Ömer Nakçi, Burun
Menaf Osman, Anama Söyleyin Cesedimi Yaksınlar
Fevzi Ayzıt, Resim
Ceylan Bağrıyanık, Kelebekler ve Annem
Şemsettin Baştımar, Halepçe'nin Göğü Ağlar Şimdi
Nahide Ermiş, Bak Anne, Babam Mektup Göndermiş
Mehmet Göcekli, 274
Dilek Öz, Adalet
Mehmet Alagöz, Dilenci Adam
Saliha Çelik, İskarpinli Düşler
Süleyman Yorulmaz, Pışo
OKUMA PARÇASI

Önsöz, s. 7-12

"Hapishanede yazılan öykü ve şiir" konulu bir proje başlatmak, Türkiye gibi bir ülkede hiç de kolay değil. Hapishanelerindeki sorunlarla ünlü bir ülkede yaşayanlar, bu gerçeği yakıcı biçimde duyumsar ve anlar. Hapiste yazılmış şiir ve öykülerden oluşacak birer seçki-derleme yapmaya karar verdiğimizde, zor ama anlamlı bir işe kalkıştığımızı biliyorduk. Malum, Türkiye'nin son 20 yılı hapishaneler açısından hiç de iç açıcı değil. 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan bu süreç, 1990'lı yıllarda da devam etti, ediyor. 19 Aralık 2000'e gelindiğinde, hapishaneler açısından yeni bir döneme geçildi. F Tipi uygulamasıyla yeni bir süreç başladı. F Tipi operasyonları 117 tutuklunun ölümü ve yüzlerce tutuklunun yaralanmasıyla sonuçlandı.

Konu hapishane olunca, hiç de iç açıcı şeyler söyleyemiyoruz. Demokratik reformlarını yapamamış birçok ülkenin hapishanelerinde benzer sorunlar yaşandığı da bir gerçek. Ancak, Türkiye hapishaneleri söz konusu olduğunda, meselenin daha ağır olduğunu vurgulamak gerekiyor. Belki son 20 yılda yaşananlar daha trajik sonuçlar doğurdu ama, Cumhuriyet tarihi boyunca hapishaneler bu ülkede hep sorun oldu. 1920'lerden itibaren Türkiye hapishanelerinde devrimci demokrat insanlar eksik olmadı. 1940'larda, Nâzım Hikmet, Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Orhan Kemal, Kerim Korcan ve Kemal Tahir gibi yazar ve aydınlar, ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.

Bu hapishane deneyimleri 80 yılda, çeşitli biçimlerde edebiyata yansıdı. Kerim Korcan, 1...

Devamını görmek için bkz.
ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER

Erkan Canan, "Tutsaklık, edebiyat ve bellek", Radikal Kitap Eki, 11 Mart 2005

'Hayata Dönüş Operasyonu', ardından gelen açlık grevi ve ölümlerle Türkiye gündemini işgal eden cezaevleri konusunu çoktandır unutmuştuk. Metis Yayınları tarafından yayımlanan Hapishane Öyküleri ve Hapishane Şiirleri adı altındaki toplama öykü ve şiirler, tutsaklık ve yaratı arasındaki ilişkiye vurgu yaparken, enformasyondan muzdarip 'dışarıdaki' belleğimizi, vicdanımızın sorgulayan gözleriyle karşı karşıya bırakıyor. Jean Genet'nin 'tüm kötü olayların, unutulmaması için hepsinin kayda geçirilmesi' düşüncesini hatırlatıp, bu anlamda bir bellek oluşturma çabasıyla.

Sıkıntının, yazarın yaratımı üzerindeki etkisi bilinen bir gerçek. Özellikle hapishanede çile çeken yazarların, bu sıkıntıyı, acıyı temel alan eserleri her zaman ilgi çekmiştir. Türkiye, hapishaneleriyle düşünüldüğünde bu anlamda en 'güzel' örneklerin verildiği ülkelerden biri. Buralardan hiç eksilmemiş ilham perileri, son çıkan yayımlardan da takip ettiğimiz kadarıyla, tutuklu ve hükümlülere ilham dağıtmaya devam edecek gibi. Yalnız bir farkla: Cezaevlerinin yaşam/yönetim koşullarının kötüleşmesi, orada üretilen edebi ürünlerin de niteliğini düşürüyor ister istemez.

Şimdiye oranla, cezaevlerinden 1970'li yılların sonuna kadar nitelikli eserler çıkmıştır diyebiliriz. Bu, cezaevi şartlarının, bugüne nazaran daha rahat olmasından kaynaklanıyordu. 12 Eylül darbesinden sonra baskıların artması ve sonrasınd...

Devamını görmek için bkz.

Gülbahar Salık, “Hapishanede silinmiş kelimeler!”, Gündem, 2 Mart 2005

Kapatılmış hayatların, bulundukları ortama ve kendilerine dair, ama aynı zamanda anıları üzerinden dışarıya dair izler taşıyan, kuşatılmışlığın ortasında 'direnen insanı' anlatan iki seçki.

"Hapishaneden Öyküler" ve "Hapishaneden Şiirler" küçük ama anlamlı birer çaba. Tam da "tecridin kurumsallaşması"nın gündemde olduğu F Tipi Cezaevlerinin yaygınlaştığı, içerideki tutukluların "seslerini tümden susturmaya" yönelik gördüğü uygulamaların arttığı bir dönemde cezaevlerindeki insanların seslerini duyuruyor dışarıya. Operasyonlardan, ölümlerden, açlık grevlerinden; umutlardan, özlemlerden süzülüp gelen seslerini. Seçkilerde eserleri yer alan tutsakların yaş ortalaması 25 ile 30 arasında değişiyor. Yani bir çoğu 1980 darbesiyle ve savaşla büyümüş. Uykuları, dışarıdayken tank ve çatışma sesleriyle bölünmüş, içeride ise operasyon sesleriyle. Öykülerde ve şiirlerde bu dönemin izlerine rastlamak mümkün. Zaten seçkinin ilk öyküsü de "Uykusu Bölünen Çocuklar’a" adanmış:

Toplum olarak hep bir parçamız, hem de sayıya, hesaba gelmez değerdeki bir parçamız hapishanelerde oldu. Bu iki kitap içerideki parçamızdan dışarıdaki hayata üflenen temiz bir nefes gibi! Okuyun.

Çiğdem Mater, “Hapishanelerden Mektup Var...”, Bianet, 25 Mart 2005

Türkiye, biraz da özel koşulları gereği cezaevi edebiyatına yabancı olmayan bir ülke. 1930'lardan itibaren hâlâ Türk edebiyatının başyapıtı sayılan pek çok yazın ürünü bu ülkenin hapishanelerinde üretildi. Şimdilerde barlarda, konserlerde çakmaklar yakılarak söylenen “Aldırma Gönül” mesela, Sabahattin Âli'nin tiyatro oyunlarına konu olan Sinop cezaevinde yazdığı bir şiir... Nâzım Hikmet'in Bursa cezaevinde tutukluyken hem kendi şiirine, hem de Orhan Kemalgibi pek çoklarının edebiyatına yaptığı katkılar unutulur gibi değil. Hatta bir süre Bursa cezaevinde kalan Orhan Kemal'in aslında şiir yazmak istediği ama Hikmet tarafından romana ve öyküye yöneltildiği de yazarın oğlu tarafından anlatılır.

1980 askeri darbesi sonrasında, uzun yıllar süren ağır tecritin ardından elbet, darbe tutukluları da edebiyata merak saldı, dönemin önemli işleri şiirlerdi. Şimdilerde Türk edebiyatının orta yaş kuşağını oluşturan o dönemin gençleri arasında Nevzat Çelik, Yılmaz Odabaşı, Halil İbrahim Özcan, Feride Çiçekoğlu gibi isimler hapishanede yazan, hatta bir bölümü hapishanede yazmaya başlayan edebiyatçılar. Hemen hepsinin ürünlerinde hapishane soğukluğunu ve dönemin izlerini bulmak mümkün.

Demem o ki, biraz ironik olsa da hapishaneler edebiyat üretimi açısından çok da fena sayılmaz Türkiye'de. İşte bugünlerde yayımlanan iki kitap da hapishanede üretilen edebiyatın 1990'lar ve 2000'lerdeki örneklerini içeri...

Devamını görmek için bkz.

Ragıp Zarakolu, “Tırnakları İle Yazanlar”, 25 Mart 2005

Dün dolu bir gündü. BEKSAV’ın 10. yılı kutlandı. Zaman ne kadar hızla akıp gidiyor. Daha dün gibi. Son yıllarda BEKSAV Anadolu’da kendini çoğalttı. 12 Eylül sonrası kitlelerin kültürsüzleştirilmesi sonucu, bugün bu tür kurumlara büyük bir talep yaratıyor.

Diyarbakır da bunun en somut örneklerinden biri. Kültür kurumları açılıyor ve genç insanlardan büyük bir taleple karşılaşılıyor. Anadolu kültür Merkezi de olumlu işlevler kuran kurumlardan biri. Ve yetmiyor. Hemen ardından yenilerinin açılması gerekiyor.

Mezopotamya Kültür Merkezleri ne kavgalar verdi geçmişte. Ama iyi bir örnek de oluşturdular sonunda.

Ama na yazık ki, Anadolu’nun iç kesimlerinde kültürsüzleştirme kampanyasının etkileri hâlâ kırılamadı. Hâlâ dinci ve milliyetçi önyargıların ağır boğucu havası ile karşılaşıyorsunuz. Anadolu solu bence, bu coğrafyanın en sonuncu “gül kırımını” (bu imgeyi ozan Bedrettin Aykın’dan ödünç aldım) yaşadı 12 Eylül ile.

Son tehcir, son sürgün Anadolu solu idi.

Bu boğucu havayı, pıtrak başı gibi çoğaltılan sözde üniversitelerde de yaşıyorsunuz. Orada solun adı yok. Hegemonya kavgası ise, dinci ve milliyetçi gruplar arasında geçiyor. Buralardan hiçbir özgür düşüncenin, gerçek üniversal bir arayışın yükselmesi mümkün değil.

Biraz da kültür merkezlerine duyulan açlığın bir nedeni bu.

12 Eylül rejimi,en büyük kötülüğü Anadolu’ya yaptı. Buraları karanlığa mahkûm etti.

Buralardaki ünive...

Devamını görmek için bkz.

Sennur Sezer, “Dışarıda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa”, Evrensel Kültür, Nisan 2005

Hapishaneler ve hapislik üstüne en çok şiir yazılan, en çok türkü yakılan dilin bizim dilimiz olduğunu sanıyorum. (Reha İsvan, bana halkımızın hapishanelerle mahpuslukla iç içe yaşamasından doğduğuna inandığı bir ayrıntıyı söylemişti, “tahliye duası”) “Mapushane seni yapan kör olsun,” diye bir türkü vardır, bilirsiniz.Mapushane çeşmesinin yandan akışını, sevdalılığın mahpusluktan daha zor olduğunu anlatan türküyü de duymuşsunuzdur. Ayakları pranga kolları zincir olanların acılarını anlatan türküleriyse incir ağaçlarını gördükçe hatırlarsınız. Arkadaş Z. Özger’in türkü tadındaki şiirinin dizesi de sık sık takılabilir dilinize: “Oy mapusluk mapusluk...”

Yazarların (ve aydınların) yaşam öykülerinde, açılıp kapanan bir parantez gibi, doğal bir ayrıntıdır hapislik. (Hapse girmemiş olan yazarın/aydının küçümsendiği ayrıntısı biraz abartmadır ama galiba böyle bir dönem de yaşandı.) Edebiyatımızda hapislik döneminden önceki çalışmaları bilinmediği için hapishanede şair-yazar olmuş sayılanlar da oldu. Ününün hapisliğine bağlı olduğu sanılanlar da. Oysa yetenek ve yatkınlığı olmayan kimseyi yazar-şair yapmaz hapislik. Orhan Kemal’in şiiri bırakıp öyküye romana yönelmesi Bursa cezaevinde, Nâzım Hikmet’in yönlendirmesiyledir. Kuşkusuz şair olarak kalsaydı ancak sıradan bir şair olabilirdi ama edebiyatımız da önemli bir öykücü ve romancıdan yoksun kalırdı. Nâzım Hikmet gibi bir...

Devamını görmek için bkz.

Sedat İmza, “Görülmüştür!”, Picus, Mayıs 2005

Dönem dönem aydınların uğrak yeri olan hapishaneler, Türkiye kültür hayatının mekan türleri arasındaki yerini aldı bile. Baylan Pastanesi, Küllük Kahvesi der gibi Bursa Cezaevi, Sinop Cezaevi diyoruz. 1994-2004 yılları arası hapishane tedrisinden geçen yeni bir kuşağın yazdıklarından oluşturulan bu seçkilerdeki şiir ve öyküler, “içeri”den gelen mektuplar olarak da okunabilir.

Hukuk sistemleri adil midir? Vicdanlarda işlenenleri dışarıda tutsak bile, geri kalan tüm suçları tespit edip yargıya intikal ettirecek çapta geniş ve güçlü bir kolluk kuvveti olan devlet yoktur. Kolluk kuvvetlerinden yargıya, oradan ceza infaz kurumlarına uzanan sürece, hiçbir zaman suçların tümünün cezalandırılmasını hedefleyen bir bütçe ayrılmaz. Öyleyse dünyadaki tüm kriminal vakalarda tespit-yargı-infaz süreçlerinde hangi denge gözetilir? Ekonomiklik mi? “Bu kadarına yetişebiliyoruz” mu?

Anlayış, cezaların en amansızı ve geri dönüşsüzü olan idamda ifadesini bulur. Yakın zamana dek idam cezaları halka açık yerlerde infaz edilirdi. Müslüman ülkelerin bir kısmında hâlâ örneklerine rastlıyoruz: Recm, vinçlerde sallanan bedenler... “Modern” dünya, idamı halkın gıyabında, gözlemciler nezdinde yapacak kadar “uygar”laştı. Yine de her idam infazı, suçun faili için değil, diğer herkes içindir. Her seferinde belli bir orandaki suç, yargı süreçlerinin konusu olur, hepsinde ısrar edilmez. Hukuk sistemleri temsili davranır. İçine aldıkları için...

Devamını görmek için bkz.
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X