| ISBN 975-342-175-3 | 13X19,5 cm, 120 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için | |
|
| Toprakaltı Sarayları Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen Kapak Resmi: René Magritte Kapak Tasarımı: Semih Sökmen |
Kapak ve İç Baskı Yaylacık Matbaacılık Ltd. Mücellit Fatih Mücellit Film Doruk Grafik Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Şubat 1998 |
Sokaklar hep kendini dolanır. Yolculuk yollarda kalır. Düşünü erken gören çocuğun uykusu kaçar. Kalkıp gider peşinden. Sulara atılacakken yengeç yolunu keser. Ne o size deniz dibinde yaşamayı öğretebilecektir, ne de siz ona düz yürümeyi... Ama anlatılabilir bunlar... | İÇİNDEKİLER |
Akasyalar Kıpırtısız Beşikte Bir Yağmur Damlası Ardından Uykusuz Gecenin Ortasına Buluşum Aksak Kaldırımlar Toprakaltı Sarayları Algın Bir Sessizlikte Ertelenmiş Günbatımları | OKUMA PARÇASI |
"Akasyalar", s. 9-12 Kadınlar, bütün günü ortak avluda geçirirlerdi. Gece, erkeklerindi. Çamaşır tekneleri, oturaklar, avluda büyüyen köpek ve yavruları bütün günü kucaklardı. Bir de akasyalar. Kokularıyla uyur, uyanırdım. Çocuktum. Severdim yağmuru. Gezgin yeller uğrardı evimize. Biz pencere ardında beklerdik. Kış gecelerinde, mısırların odada patlayan seslerinden ürkmezdik de, nedense gökgürültüsü epeyce sıçratırdı bizi yerimizden. Akasyalarla avunurdum. Saçak altlarına sığınmadıklarına göre, yağmurda ıslanmaktan çekinmiyorlardı. Bir gece bıraktım kendimi sokaklara. Sırılsıklam döndüğümde sabah olmak üzereydi ve akasyanın yapraklarından süzülüp tek tük dökülmeyi sürdüren damlalar, yağmurun dinmesini istemez gibiydiler. Akasyanın gövdesine yaslanıp oturdum. Güvendeydim. Dilediğimce kalabilirdim burada. Bulutlar beni göremezdi. Yıldızlar zaten bakmıyorlardı bu yana. Gündoğumunu karşılamaya hazırdım şimdi. Güneş de benim gibi ıslak mıydı acaba? Ama o yağmura ... Devamını görmek için bkz. | |
| ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Gözde Erkalkan, “Bir yağmur damlası”, Time Out, Mart 1998 Kitabı ilk açtığımda özellikle dikkatimi çeken öykülerden birinin adı oldu: "Kıpırtısız Beşikte Bir Yağmur Damlası". Bu ismin çekiciliği ilk olarak, çeşmeden damla damla düşen ama çok hızlı düştükleri için bizim bir bütün gibi gördüğümüz suların öyküsünü okuttu bana. "Su damlaları tam yedi renkmiş. Biz o renkleri, yalnızca bir renk gibi görürmüşüz. Gördüğümüz denizler, göller, ırmaklar, dereler aslında hep ayrı ayrı su damlacıklarıymış. Yedi renkmiş denizler. Biz nasıl görünüyoruz acaba?" "Kıpırtısız Beşikte Bir Yağmur Damlası"nın hemen ardından da "Ardından"a takıldı gözüm. Orada da kızamık olduğu zamanlarda kendisine arkadaş olması için alınan ve adı da "Kızamık" konan bir kanaryayla çocuğun öyküsü anlatılıyordu. Hani o herkesin çocukken bulaşıcı bir hastalığa yakalandığında hissettiği yalnızlık duygusundan bahsediyordu öykü. Erol Hızarcı galiba düşünü erken gören bir çocuk. Kendi deyişiyle "Düşünü erken gören ... Devamını görmek için bkz. | |
Günay Güner, “Çocukluğun gezgini bir öykücüden”, Cumhuriyet Kitap, 21 Ocak 1999 Suskunlukla söylemek arası bir nokta vardır insan için. Anlatmaya başladığında sessizliğini anlatır derinliğinde anılarının. Yazıya dökülen iç sızılarıdır, bilinçaltıdır, çocukluğun en bulanık labirentleridir. Bireyi konu etmek çoğu zaman oldukça geniş alanlar açar yazarın önüne. Ancak bireyin toplumsal ilişkilerine de uzanılmazsa yeteneğin ulaşabileceği önemli bir alandan yoksun kalınabilir. Erol Hızarcı gerçekten de çok yetenekli bir öykücü. Metinlerinin büyük bölümünde şiirsellik başat bir konumda. Diğer bir deyişle öyküleri yoğun bir şiirsel dokuya sahip. Ve çoğunlukla iç dünyadan yola çıktığından olsa gerek, alabildiğine hüzünlü. Çocuklar, hasta bir çocuğun düşleri, özlemleri, hiçbir şeyin engelleyemeyeceği sonsuz merakı; aşkın, sevginin, eski bir evin, günbatımının gizemli hüznü: "Perdeler oynaşmasa, odamda boğulacaktı avluya konan geceler." (s. 12) "Güneş. Güneşte buluşan ... Devamını görmek için bkz. | |
|